Hasta olma sana en azından evde kalmak ve film izlemek için mükemmel bir bahane verir.
- At least being sick gives you the perfect excuse to stay home and watch movies.
Tom, en azından düzinelerce Mary ile birlikte bu parkta bulundu.
- Tom has been to this park with Mary at least a dozen times.
Start derhal yapılmalı.
- A start should be made at once.
Resimde gördükten sonra, onu derhal tanıdım.
- Having seen him in the picture, I recognized him at once.
Hemen yolculuğa hazırlan.
- Get ready for the trip at once.
Onu hemen tanıdım, çünkü onu daha önce görmüştüm.
- I recognized him at once, because I had seen him before.
Bu kalem bana en az yüz dolara mâl oldu.
- This pencil cost me at least a hundred bucks.
Onun bu görev için nitelikli olması en az iki yılını alacak.
- It will take her at least two years to be qualified for that post.
Gerçeği söylemek gerekirse, bu konu onu hiç ilgilendirmez.
- To tell the truth, this matter does not concern it at all.
O bebek gerçekten hiç şirin değildir.
- That baby is really not cute at all.
Kar taneleri, en sonunda büyük beyaz kuşlara benzeyene kadar büyüdü de büyüdü.
- The snow-flakes seemed larger and larger, at last they looked like great white fowls.
En sonunda hatasını anladı.
- At last, he realized his error.
Hiç değilse duş alabilirsin.
- You could at least take a shower.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You might at least say thank you.
Hiç olmazsa teşekkür ederim diyebilirsin.
- You could at least say thank you.
Onun dürüst bir adam olduğunu bir bakışta bildim.
- I knew at a glance that he was an honest man.
Bir bakışta yanlış bir şey olduğunu söyleyebildim.
- I could tell at a glance that something was wrong.
Arabamı zararına satıyorum.
- I'm selling my car at a loss.
Biz onu yıllarca zararına çalıştırdığımız için binayı satmak zorunda kaldık.
- We had to sell the building because for years we had operated it at a loss.
Hava kararmıştı ve ne yapacağımı şaşırmıştım.
- It got dark and I was at a loss what to do.
Tom paranın nereye gittiğini açıklamak için ne yapacağını şaşırmış.
- Tom was at a loss to explain where the money had gone.
Bir seferde bir şey yapın.
- Do one thing at a time.
Bir mıknatıs bir seferde çok sayıda çiviyi toplayabilir ve tutabilir.
- A magnet can pick up and hold many nails at a time.
Tom hiçbir şekilde ikna olmuş gibi görünmüyor.
- Tom doesn't look at all convinced.
Senin metodlarınla hiçbir şekilde aynı fikirde değilim.
- I don't agree with your methods at all.
Güneş olmasa hiçbir biçimde yaşayamayız.
- If it were not for the sun, we could not live at all.
O hiçbir biçimde sorun olmayacak.
- It's not going to be a problem at all.
Olsa olsa o, ikinci sınıf bir şarkıcı.
- She is a second-rate singer at best.
Şimdi, ilk bakışta cümleyi yanlış anladığımı görüyorum.
- Now I see that I misunderstood the sentence at first glance.
İlk bakışta Bay Jones'u tanıdım.
- I recognized Mr Jones at first glance.
Eldeki probleme odaklanmış kalmaya çalışalım.
- Let's try to stay focused on the problem at hand.
Eldeki işe konsantre olalım.
- Let's concentrate on the job at hand.
İki gün önce kaçan mahkum hâlâ serbest.
- The prisoner who escaped two days ago is still at large.
Kaçan tutuklu hala serbest.
- The escaped prisoner is still at large.
İlerlememize engel olan şeyler eninde sonunda kaldırıldı.
- The obstacles to our progress have been removed at last.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom ve ben bu konu hakkında enine boyuna konuştuk.
- Tom and me talked at length about this subject.
Biz konuyu enine boyuna tartıştık.
- We discussed the topic at length.
Tom neyin tehlikede olduğunu biliyor.
- Tom knows what's at stake.
Onun hayatı tehlikede.
- His life is at stake.
Artık şimdilik onu bırakalım.
- Let's leave it at that for now.
Artık bir şey söylemeyeceğim.
- I'll leave it at that.
Ben o zaman görevde değildim.
- I was off duty at the time.
O zaman, Tom odadaki tek kişiydi.
- Tom was the only person in the room at the time.
Tom ve Mary şu anda iş başında.
- Tom and Mary are at work now.
Babam şimdi hastanede iş başında.
- My father is now at work at the hospital.
Hiç kimse bir defada birden daha fazla şey yapamaz.
- No one can do more than one thing at a time.
Birisi bir seferde birden fazla şey yapamaz.
- One can't do more than one thing at a time.
Tom asla sizinle aynı fikirde görünmüyor.
- Tom doesn't seem to agree with you at all.
Tom Mary'yi asla görmek istemiyor.
- Tom doesn't want to see Mary at all.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
- At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
Beni her zaman arayabilirsin.
- You can call me at any time.
Bir deprem her zaman olabilir.
- An earthquake can happen at any time.
Bina her an çökebilir.
- The building may crash at any time.
Tom her an gelebilir.
- Tom may come at any time.
En fazla üç saat satın aldık.
- We've bought three hours at best.
O, ona ilk önce inanmadı.
- He didn't believe it at first.
Tom'dan ilk önce nefret ettim.
- I hated Tom at first.
Neyse, en azından bir şeyi hallettik.
- Well, at least it's one thing we've accomplished.
Dünyanın en büyük şarkıcıları ve ünlü müzisyenlerinin çoğu şişmandır ya da en azından bariz şekilde tombuldur.
- The world's greatest singers and most of its famous musicians have been fat or at least decidedly plump.
Sonunda evini buldum.
- At length, I found his house.
Sonunda ağlamaya başladı.
- At length, he began to cry.
Aniden gökyüzü karardı ve yağmur başladı.
- All at once the sky became dark and it started to rain.
Aniden bir silah sesi duyduk.
- All at once we heard a shot.
Eskiden burada bir ev vardı.
- There used to be a house here at one time.
Rastgele üç kitap seç.
- Choose three books at random.
O, rastgele kitap satın aldı.
- He bought books at random.
Tom o zaman o bandoyu hiç duymadı bile.
- Tom had never even heard of that band at that time.
O dükkandan elma satın alabileceğini bile biliyor muydun?
- Did you even know that you could buy apples at that store?
O arada bir saldırganlaşır.
- He gets tough at times.
Hepimiz bazen bir aptal gibi davranırız.
- We all make fools of ourselves at times.
Bazen curve'ü carve ile karıştırıyorum.
- At times I confuse curve with carve.
Onun tuhaf olduğunu hiç de düşünmüyorum.
- I don't think it's strange at all.
Sizi rahatsız ediyor muyum? Hayır, hiç de değil
- Do I annoy you? No, not at all.
Onun herkesi rahatlatan alçakgönüllü bir havası vardı.
- She had an unassuming air that put everyone at ease.
Tom dün gece Mary'yi rahat ettiriyor gibi görünmüyordu.
- Tom couldn't seem to put Mary at ease.
O, ilk olarak ondan hoşlanmadı.
- She didn't like him at first.
İlk olarak, onlar ona inanmadılar.
- At first, they didn't believe him.
O, ilk önce atı beğenmedi.
- She didn't like the horse at first.
Önce onu erkek kardeşinle karıştırdım.
- At first, I mistook him for your brother.
Küresel bir kriz yakındır.
- A global crisis is at hand.
Giriş sınavımız çok yakındı.
- Our entrance examination was near at hand.
Bu gece evde mi kalacaksın?
- Will you stay at home tonight?
Bay Nakamura evde mi?
- Is Mr Nakamura at home?
Seni kendi evindeymiş gibi hissettirmek istedim.
- I wanted to make you feel at home.
Açlıktan ve yorgunluktan dolayı, köpek sonunda öldü.
- With hunger and fatigue, the dog died at last.
Sonunda, dikkatlice geri saymaya başladılar.
- At last, they began to count down cautiously.
O gerçekleri ayrıntılı olarak açıkladı.
- He explained the facts at length.
Tom en çok on üç yaşında.
- Tom is at most thirteen years old.
O en çok on sekizdir.
- She is eighteen at most.
En fazla 20 dolar ödeyecek.
- He will pay 20 dollars at most.
O, en fazla sadece yirmi dolar ödeyebilir.
- He can only pay twenty dollars at most.
Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
- You can't do two things at once.
Şu anda, yine de görüş birliğine varılmalı.
- At present, consensus has yet to be reached.
Amcam şu anda Hong Kong'da kalmaktadır.
- My uncle is staying in Hong Kong at present.
O anda dünya ile tam bir uyum içinde olduğumu hissettim.
- At that moment, I felt in complete harmony with the world.
O anda gerçeklik duyumu yitirdim.
- I lost my sense of reality at that moment.
O zamanda güneşte banyo yapıyordu.
- At that time, she was bathing in the sun.
O zamanda biz çocuktuk.
- We were children at that time.
Dün gece fazla uyuyamadım bu yüzden bütün gün işte uyukluyordum.
- I didn't get much sleep last night so I was nodding off all day at work.
O şimdi işte fakat yedide dönecek.
- He is at work now, but will return at seven.
Ne olursa olsun, programı değiştiremeyiz.
- At any rate, we can't change the schedule.
Markku ne olursa olsun suçlanmayacak.
- Markku at any rate is not to blame.
Nihayet, Japonya'nın bu bölümüne bahar geldi.
- At last, spring has come to this part of Japan.
Boşanma kağıtlarını az önce imzaladım, nihayet özgürüm!
- I've just signed the divorce papers; I'm free at last!
Peter ve Carol'un tatillerini geçirecekleri yerde araları açıktı.
- Peter and Carol were at odds with each other over where to spend their vacation.
Tom ve Mary'nin uzun bir süredir araları açıktır.
- Tom and Mary have been at odds with each other for a long time.
Bu işlerin hepsini bir defada yapmaya çalışma.
- Don't try to do all these things at once.
Kimse bir defada iki şeyi yapamaz.
- Nobody can do two things at once.
Bir zamanlar Amerika'da birçok köle vardı.
- At one time there were many slaves in America.
O ada bir zamanlar Fransa tarafından yönetildi.
- That island was governed by France at one time.
Tom yıllarca Mary'den hoşlandı ama bir noktada onun için hisleri aşka dönüştü.
- Tom liked Mary for years, but at some point, his feelings for her changed to love.
Hiçbir münakaşa hayrına bitmez, bir noktada illa ki tekrar su yüzüne çıkar.
- No controversy is ever over for good. It will always resurface at some point.
Risk altında olan çok şey var.
- There's too much at stake.
Onlar o anda özgürdü.
- They were free at that moment.
Sami o anda bunu fark etmedi.
- Sami didn't realize that at that moment.
O sırada o neredeydi?
- Where was she at that moment?
Hiç olmazsa nedenini araştırmalıyız.
- We have to investigate the cause at any rate.
Hiç olmazsa, bu sizin için iyi bir deneyim olacaktır.
- At any rate, it will be a good experience for you.
Yine de, yağmur durduğunda dışarı çıkabilirim.
- At any rate, I can go out when it stops raining.
İlk zamanlar şüpheciydim.
- I was skeptical at first.
Tom ilk zamanlar Mary'ye inanmıyordu.
- Tom didn't believe Mary at first.
Başlangıçta hatalarım hakkında endişeliydim.
- I was worried about my mistakes at first.
Başlangıçta, ondan hoşlanmadım.
- At first, I didn't like him.
At that precise position, at Jim’s house.
I'm offering it - just to select customers - at cost.
Men at work.
At six o’clock, at closing time.
This report is certainly not comprehensive; it is more of a Marketing Division at a glance.
We sold those old computers at a loss.
I have fixed the parts I understand, and the rest leaves me at a loss.
climb stairs two at a time.
He manages to abstain from smoking for weeks at a time, but then gives in and starts again.
If you can see any problems at all, tell us so we can fix them.
Jim broke the window — or maybe it was John? At any rate, the window’s broken now.
These two books of sacred, and secular, passages for memory—will serve other good purposes besides merely occupying vacant hours: they will help to keep at bay many anxious thoughts, worrying thoughts, uncharitable thoughts, unholy thoughts.
Instead of mounted riders following a pack of hounds, it is envisaged that just two dogs will be used to locate a stag and hold it at bay.
At first glance, thinking well of yourself seems obviously preferable to thinking poorly of yourself. But the problem with.
I don't have the information at hand, but I can look it up.
The problem at hand is not the inability of the Arabs and the Jews to live together peacefully.
He felt it, as did the other dogs, and knew that a change was at hand.
Even though I still live at home, I'm quite successful.
Where is your computer? - I left it behind at home because the battery is dead.
I'm right at home in my new university.
Some people support the measure, but the community at large will probably be against it.
The like example I find in Lælius à Fonte Eugubinus, consult. 129 . Read in him the story at large.
The ambassador-at-large was designated to the Middle East as a region, rather than to a specific country.
After three hundred years had passed, the vampire's soul was at last free.
After exhausting all possibilities, Holmes was at last satisfied the problem was unsolvable.
I couldn't count them all, but I think there must have been at least 500 people in attendance.
He went on at length about his supposed qualifications.
How long I slept I cannot tell, for I had nothing to guide me to the time, but woke at length, and found myself still in darkness.
The witness' statement seems to be at odds with the evidence, not a good sign for the prosecutor.
Tell the doctor to come at once. She is having a baby.
He tried to eat four cookies at once.
At one time, I could walk ten miles in a day, but I can't any longer.
At rest, the car is impressive but when it's moving, the sight is astounding.
I see my reputation is at stake. — Shakespeare.
He went to a famous school, and a good one at that.
Maybe I am, at that.
I know what time you told me to be there, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
I know you told me when you'd be coming, but I couldn't get there then.
- I know what time you said you would be there, but I wasn't able to be there at that time.
Tom raises Arabian horses.
- Tom Arap atları yetiştirir.
We took care of our horses by turns.
- Atlarımıza nöbetleşe baktık.
The cat jumps on top of the table.
- Kedi masanın üstüne atlar.
He frequently jumps from one topic to another while he is talking.
- O konuşurken çoğunlukla bir konudan diğerine atlar.
Layla shot her horses in the stable.
- Leyla ahırdaki atlarını vurdu.
Sami shot the horses in the stables.
- Sami ahırlardaki atları vurdu.