Acımasız hükümetler sık sık siyasi muhaliflerini cezaevine sokarlar.
- Tyrannical governments frequently put their political opponents in prison.
Birçok muhalif Sibirya'ya gönderildi.
- Many opponents were sent to Siberia.
Karşıtlar genetik mühendisliği bitkilerin çapraz döllenme yapabileceğini ve diğer bitkilere zarar verebileceğini söylüyorlar.
- Opponents say genetically engineered crops can cross-pollinate and damage other crops.
O yazardan ziyade eleştirmendir.
- He is a critic rather than a novelist.
Bu makalenin yazarı, ünlü bir eleştirmendir.
- The author of this article is a famous critic.
Onlar iyi rakiplerdi.
- They were good opponents.
Onlar onun rakiplerini tehdit etme tarzını beğenmediler.
- They did not like the way he threatened his opponents.
Aksi yöne gitmen gerekir.
- You should go in the opposite direction.
Zengin olmak, yoksul olmanın karşıtıdır.
- Becoming rich is the opposite of becoming poor.
İkiz olmalarına karşın onların karşıt kişilikleri vardı.
- Although they were twins, they were of opposite personalities.
Benim görüşüm karşı yönde.
- My opinion is the opposite.
Sami karşı yönden geliyordu.
- Sami was coming in the opposite direction.
Bizim evin karşısındaki evde yaşarlar.
- They live in the house opposite to ours.
Lincoln eski siyasi rakibini karşıladı.
- Lincoln welcomed his old political opponent.
Aday rakibi karşısında vahşi suçlamalar yaptı.
- The candidate made wild accusations against his opponent.
Bizim evin karşısındaki evde yaşarlar.
- They live in the house opposite to ours.
Onların evi otobüs durağının tam karşısında.
- Their house is just opposite the bus stop.
Tom'un bir sürü muhalifleri vardı.
- Tom had many critics.
Bu yazar ABD'nin bir süper güç olarak rolünün önde gelen bir muhalifidir.
- This author is a prominent critic of the role of the United States as a superpower.
Bu kadar eleştirici olmayın.
- Don't be so critical.
... that your opponent excels at, which ...
... you are allowing your opponent to do precisely the thing ...