Bütün pastayı yiyecek mi?
- Will he eat the whole cake?
Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
- I spent the whole afternoon chatting with friends.
Bu pencere tüm şehre bakıyor.
- This window overlooks the whole city.
O, yarışı birinci bitirdiğinde, tüm ülke için bir zaferdi.
- It was a victory for the whole country when he finished first in the race.
Bu tamamen farklı bir mesele.
- That's a whole different matter.
Tamamen yeni bir dünya.
- It's a whole new world.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
- We need to view this in its entirety.
Soruyu bütünü ile inceleyin.
- Examine the question in its entirety.
Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.
- All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living.
Sağlığımı geri kazanmak tam bir yılımı aldı.
- It took me a whole year to recover my health.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
- Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
Bütün toplum bu planın arkasında.
- The whole community is behind this plan.
... through the entirety of all of the country's airports, so they could listen in on and record ...
... His top adviser on immigration is the guy who designed the Arizona law, the entirety ...