amaçla

listen to the pronunciation of amaçla
Турецкий язык - Английский Язык
aim

We have achieved all our aims. - Biz tüm amaçlarımıza ulaştık.

She aimed to become an actress. - O bir aktrist olmayı amaçladı.

To direct the intention or purpose; to attempt the accomplishment of a purpose; to try to gain; to endeavor;—followed by at, or by an infinitive; as, to aim at distinction; to aim to do well
The pointing of a weapon, as a gun, a dart, or an arrow, or object, in the line of direction with the object intended to be struck; the line of fire; the direction of anything, as a spear, a blow, a discourse, a remark, towards a particular point or object, with a view to strike or affect it
To point or direct a missile weapon, or a weapon which propels as missile, towards an object or spot with the intent of hitting it; as, to aim at a fox, or at a target
The point intended to be hit, or object intended to be attained or affected
{n} an endeavor, direction, design, object pointed at
the goal intended to be attained (and which is believed to be attainable); "the sole object of her trip was to see her children"
propose or intend; "I aim to arrive at noon"
To direct the indention or purpose; to attempt the accomplishment of a purpose; to try to gain; to endeavor; followed by at, or by an infinitive; as, to aim at distinction; to aim to do well
If an action or plan is aimed at achieving something, it is intended or planned to achieve it. The new measures are aimed at tightening existing sanctions. talks aimed at ending the war
When you take aim, you point a weapon or object at someone or something, before firing or throwing it. She had spotted a man with a shotgun taking aim
The aim of something that you do is the purpose for which you do it or the result that it is intended to achieve. The aim of the festival is to increase awareness of Hindu culture and traditions. = objective
Conjecture; guess
The pointing of a weapon, as a gun, a dart, or an arrow, in the line of direction with the object intended to be struck; the line of fire; the direction of anything, as a spear, a blow, a discourse, a remark, towards a particular point or object, with a view to strike or affect it
Intention; purpose; design; scheme
the action of directing something at an object; "he took aim and fired"
Your aim is your skill or action in pointing a weapon or other object at its target. He stood with the gun in his right hand and his left hand steadying his aim
direct (a remark) toward an intended goal; "She wanted to aim a pun"
If you aim for something or aim to do something, you plan or hope to achieve it. He is aiming for the 100 metres world record an appeal which aims to raise funds for children with special needs
{i} purpose, intent; ambition, aspiration; objective, goal
amaç
objective

The men achieved their objectives. - Erkekler amaçlarına ulaştı.

amaç
purpose

Making money is his main purpose in life. - Para kazanmak hayatındaki asıl amaçtır.

Atomic energy can be utilized for peaceful purposes. - Atom enerjisi barışçıl amaçlarla kullanılabilir.

amaç
object

The men achieved their objectives. - Erkekler amaçlarına ulaştı.

amaç
aim

Education aims to develop potential abilities. - Eğitim potansiyel yeteneklerini geliştirmeyi amaçlamaktadır.

Linguistics is the discipline which aims to describe language. - Dilbilim dili tanımlamayı amaçlayan bilim dalıdır.

amaç
goal

I admit that, without him, those ten years of my life would have been empty and without goals. - İtiraf ediyorum, o olmadan yaşamımın bu on yılı boş ve amaçsız olurdu.

We always have to make efforts to reach our goals. - Amaçlarımıza ulaşmak için her zaman çaba harcamak zorundayız.

amaç
intention

I need to know your intentions. - Amaçlarını bilmem gerekiyor.

Their intentions are obvious. - Onların amaçları açıktır.

amaç
target
amaç
{i} will

They will have achieved their goal. - Onlar amaçlarına ulaştılar.

amaç
{i} cause

We're here for a good cause. - Burada iyi bir amaç için buradayız.

amaç
point

What's the point in doing that? - Onu yapmada amaç nedir?

With all due respect, I think they both had valid points. - Kusura bakmayın ama, onların her ikisinin mantıklı amaçları var.

amaç
{i} dream
amaçlamak
mean
amaçlamak
purpose
amaçlamak
{f} intend

Mary intends not to give birth to more than two children. - Mary en fazla iki çocuk doğurmayı amaçlamaktadır.

amaç
aim, goal, intention, objective, purpose, target, intent
amaç
scope
amaç
ideal
amaç
{i} idea
amaç
{i} intent

I need to know your intentions. - Amaçlarını bilmem gerekiyor.

Their intentions are obvious. - Onların amaçları açıktır.

amaç
higher
amaçlamak
to aim, to intend, to purpose
canlı hayvanı deneysel amaçla ameliyat etme
vivisection
amaç
selective
amaçlamak
set one's sights on
amaçlamak
aspire after
amaçlamak
determine
amaçlamak
aspire to
amaçlamak
(Dilbilim) be out for
amaçlamak
target
amaç
end

Atomic energy can be used for peaceful ends. - Atom enerjisi barışçıl amaçlar için kullanılabilir.

amaç
function
amaç
sake
amaç
use

It's forbidden to use this information commercially. - Bu bilgiyi ticari amaçlı kullanmak yasak.

Atomic energy can be used for peaceful ends. - Atom enerjisi barışçıl amaçlar için kullanılabilir.

amaçlamak
aim

Education aims to develop potential abilities. - Eğitim potansiyel yeteneklerini geliştirmeyi amaçlamaktadır.

They aim to stir unease in societies. - Onlar toplumlarda huzursuzluk çıkarmayı amaçlamaktadır.

amaçlamak
shoot for
amaçlamak
drive at sth
amaçlamak
{f} will
amaç
the purpose
amaç
to aim
amaç
goal of
amaç
sense
amaç
(Hukuk) objective, purpose, aim, objective
amaç
mission
amaç
bourn
amaç
destination

Truth is a goal, not a destination. - Gerçek, bir hedef değil, amaçtır.

Tom and Mary finally reached their destination. - Tom ve Mary sonunda amaçlarına ulaştılar.

amaç
wherefore
amaç
{i} design

It wasn't designed for that purpose. - Bu, o amaç için tasarlanmadı.

amaç
{i} bourne
amaç
{i} view
amaç
{i} Terminus
amaç
{i} turn
amaç
{i} consummation
amaç
{i} drift

Many people drift through life without a purpose. - Pek çok insan amaçsızca hayatın içinde sürükleniyor.

amaç
{i} meaning

I've been meaning to fix that leak. - O sızıntıyı gidermeyi amaçlıyorum.

amaçlamak
work up
amaçlamak
designate for a particular purpose
amaçlamak
(Hukuk) to intend, to aim
amaçlamak
have in mind to do or accomplish
amaçlamak
to aim (at), intend, purpose
amaçlamak
aim at
amaçlamak
zero in on
amaçlamak
fasten on
bilimsel amaçla ağaç yetiştirilen alan
arboretum
bu amaçla
to this end
bu amaçla
(Hukuk) to that end
ilacı kötü amaçla kullanma
drug abuse
kötü amaçla kullanmak
prostitute
politik amaçla dinamitleme
dynamiting
özel amaçla yapmak
specialize
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение amaçla в Турецкий язык Турецкий язык словарь

Amaçlamak
istihdaf etmek
amaç
Hedef: "Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı maliye politikasının sosyal amacıdır."- Anayasa
amaç
Gaye: "Kuruluş amaç ve şartlarını kaybeden yahut kanunun öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen dernekler, kendiliğinden dağılmış sayılır."- Anayasa
amaç
Ulaşmak istenilen sonuç, maksat: "Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz."- Anayasa
amaç
Hedef
amaç
Gaye
amaç
Erek
amaç
Erişilmek istenilen sonuç, maksat
amaçlamak
Bir amaca ulaşmayı istemek, istihdaf etmek
amaçlamak
Bir amaca ulaşmayı istemek, istihdaf etmek: "Sınıf veya zümre egemenliğini veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayan siyasi partiler kurulamaz."- Anayasa
ÂMÂÇ
(Osmanlı Dönemi) f. Saban demiri
ÂMÂÇ
(Osmanlı Dönemi) Hedef, nişan tahtası
amaçla
Избранное