Yalnız yaşamaya dayanamıyorum.
- Ich kann es nicht ertragen, alleine zu leben.
Güldüğünde dünya da seninle güler, ama ağladığında yalnız ağlarsın.
- Wenn du lachst, lacht die Welt mit dir, wenn du weinst, weinst du allein.
Yalnız yaşamaya alışkın.
- She is used to living alone.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Makine kendi kendine çalışır.
- The machine works by itself.
Sen sadece kapının önünde durmak zorundasın. O kendi kendine açılacak.
- You have only to stand in front of the door. It will open by itself.
İş onun tarafından yalnız başına mı yapıldı.
- Was the work done by him alone?
Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.
- When I was a child, I spent many hours reading alone in my room.
Ben gidersem kimsesiz olacaksın.
- If I go, you'll be all alone.
Sadece yalnız bırakılmak istediler.
- They just wanted to be left alone.
Sadece yalnız kalmak istediklerini söylediler.
- They said they only wanted to be left alone.
Hiroko orada tek başına oturdu.
- Hiroko sat there all alone.
Tek başına yaşıyordu.
- She is used to living alone.
She did it single-handedly.
- Sie hat es ganz alleine gemacht.
It took courage to sail across the Pacific single-handed.
- Es verlangte Mut, ganz alleine über den Pazifik zu segeln.
The tree fell down by itself.
- Der Baum ist von alleine umgefallen.
The candle went out by itself.
- Die Kerze ging von alleine aus.