Belki Tom'un önerilerinin tümü aptalca değildi.
- Maybe all of Tom's suggestions weren't stupid.
Bilginin tümüne erişemiyordum.
- I wasn't able to access all of the information.
Buradaki tüm ağaçları kesecek misin?
- Are you going to cut down all the trees here?
Bahçedeki tüm çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Para bütün kötülüğün köküdür.
- Money is the root of all evil.
Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
- Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection.
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Bill her zaman dürüsttür.
- Bill is honest all the time.
Onların hepsi lezzetliydi!
- All of it was delicious!
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All they that take the sword shall perish with the sword.
Hepimiz onun yanında gittik.
- All of us went besides him.
Hepimiz mümkün olduğu kadar uzun yaşamak istiyoruz.
- All of us want to live as long as possible.
Yapmanız gereken her şey bu evrakı imzalamaktır.
- All you have to do is sign this paper.
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Herkes onun hatasına güldü.
- They all laughed at his error.
Kanun herkes için aynıdır.
- The law is equal for all.
Özellikle Amerika'yı ziyaret etmek istiyorum.
- I'd like to visit America most of all.
O tür tapınak bütün Orta Doğuyu, özellikle Mısır'ı etkiledi.
- That type of temple influenced all of the Middle East, mainly Egypt.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Ebeveynlerim Tom'u tekrar görmem için bana izin vermedi.
- My parents didn't allow me to see Tom again.
Hepinizle tekrar görüşmeyi ümit ediyorum.
- I hope to meet you all again.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.
- Having worked on the farm all day long, he was completely tired out.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Ben uyandığımda, diğer tüm yolcular inmişti.
- When I woke up, all other passengers had gotten off.
Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Bu bütünüyle korkunç bir hata.
- This is all a terrible mistake.
Sen bir dört yaşında çocuğu bütünüyle yalnız nasıl bırakabildin?
- How could you leave a four-year-old child all alone?
Tom bütün hayatı boyunca Boston'da yaşadı.
- Tom has lived in Boston all his life.
Tom tüm hayatı boyunca şanslıydı.
- Tom has been lucky all his life.
Hepsi bununla tamamlandı.
- All is completed with this.
Hepimiz için yeterli yiyecek vardı.
- There was food enough for us all.
Tüm yapmanız gereken bu cümleyi ezbere öğrenmek.
- All you have to do is to learn this sentence by heart.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Hepiniz çalışkansınız.
- All of you are diligent.
Hepiniz gerçek hikayeyi biliyorsunuzdur.
- All of you are familiar with the truth of the story.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
Everything's all right now.
- Everything is all right now.
He lost everything he owned.
- He lost all his possessions.
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
Everyone makes mistakes.
- All men are fallible.
Everyone who knew him admired him.
- All who knew him admired him.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
We didn't see any children at all.
- We did not see any children at all.
That doesn't make any sense.
- That makes no sense at all.
... But in a picture, you see all of them. ...
... MARVIN CHOW: But I think, before we get to all of those, ...