Tom'un bir yat almaya gücü yetmez.
- Tom can't afford to buy a yacht.
Tom bir soprano saksafon almak istedi fakat bir tane almaya gücü yetmedi.
- Tom wanted to buy a soprano sax, but couldn't afford one.
We cannot afford to disbelieve a friend, our child or our spouse when they are actually telling the truth, and so we err on the side of beleiving the liar.
bir arkadaşımız, çocuğumuz, eşimiz gerçeği söylediğinde onlara inanmamayı kaldıramayız, ve bu ned.
Karşılayamayacağımız bir lüks.
- It's a luxury we can't afford.
Ben, 300 doların üzerindeki bir kamerayı maddi olarak karşılayamam.
- I cannot afford a camera above 300 dollars.
The sea affords an abundant supply of fish.
A good life affords consolation in old age.
We can only afford to buy a small car at the moment.