Tom bir soprano saksafon almak istedi fakat bir tane almaya gücü yetmedi.
- Tom wanted to buy a soprano sax, but couldn't afford one.
Onun evlenmeye gücü yetmiyor.
- He cannot afford to marry.
We cannot afford to disbelieve a friend, our child or our spouse when they are actually telling the truth, and so we err on the side of beleiving the liar.
bir arkadaşımız, çocuğumuz, eşimiz gerçeği söylediğinde onlara inanmamayı kaldıramayız, ve bu ned.
Karşılayamayacağımız bir lüks.
- It's a luxury we can't afford.
Bütün karşılayabildiğim buydu.
- That was all I could afford.
The sea affords an abundant supply of fish.
A good life affords consolation in old age.
We can only afford to buy a small car at the moment.