Определение aşırım в Турецкий язык Английский Язык словарь
- (Tıp) transmission
- The passage of a nerve impulse across synapses
- The transmission of something is the passing or sending of it to a different person or place. Heterosexual contact is responsible for the bulk of HIV transmission. the transmission of knowledge and skills
- the spread or transfer, as of a disease, from one individual to another
- The transportation of electricity or natural gas from a generation plan or pipeline to another facility Or, the transfer of energy between utility systems
- The movement or transfer of gas or electric energy in bulk Ordinarily transmission is considered to end when the energy is transformed or its pressure is reduced for distribution to ultimate consumers
- communication by means of transmitted signals
- The transmission on a car or other vehicle is the system of gears and shafts by which the power from the engine reaches and turns the wheels. The car was fitted with automatic transmission. a four-speed manual transmission. System in an engine that transmits power generated by the engine to the point where it is to be used. Most mechanical transmissions function as rotary speed changers; the ratio of the output speed to the input speed may be either constant (as in a gearbox) or variable. On variable-speed transmissions, the speeds may be variable in individual steps (as on an automobile or some machine-tool drives) or continuously variable within a range. Step-variable transmissions, with some slip, usually use either gears or chains and provide fixed speed ratios with no slip; stepless transmissions use belts, chains, or rolling-contact bodies
- The process of transporting electric energy in bulk on high voltage lines from the generating facility to the local distribution company for delivery to retail customers
- Transmission is the transfer of information by electrical signals over a distance without the following occurring to the signals: (a) Unacceptable attenuation (reduction of the electrical impulse) (b) Distortion
- the fraction of radiant energy that passes through a substance
- an incident in which an infectious disease is transmitted
- The process of transporting electricity from a supply source to local distribution systems or connection points with other companies' transmission systems
- The fact of being transmitted
- The act or process of transporting electric energy in bulk from one point to another in the power system, rather than to individual customers
- The process of transporting electric energy in bulk on high voltage lines from the power plant to the local distribution company for delivery to retail customers
- The act of transmitting, e.g. data or electric power
- (Otomotiv) A component of gear that allow your car to move forward and backward with varying amounts of power to meet a variety of driving situations. Manual transmissions are operated by means of a clutch and gearshift. Automatic transmissions are driven by hydraulic pressure
- In optics, the passage of radiant energy (light) through a medium
- the gears that transmit power from an automobile engine via the driveshaft to the live axle
- The process of sending information from one point to another
- aşırı
- excessive
Excessive smoking will injure your health.
- Aşırı sigara içmek sağlığa zarar verir.
Please refrain from excessive drinking.
- Lütfen aşırı içki içmekten kaçın.
- aşırı
- {s} extreme
Tom's job creates extreme stress.
- Tom'un işi aşırı stress yaratıyor.
He sometimes wished to go to extremes.
- O, bazen aşırıya kaçmak istiyordu.
- aşırı
- excessive, extreme, exorbitant, moderate; fulsome; steep, stiff, extortionate; excessively, extremely
- aşırı
- {s} exorbitant
- aşırı
- {s} outrageous
The store where we used to buy those started charging outrageous prices, so we had to find another store.
- Onları satın aldığımız mağaza, aşırı yüksek fiyat koymaya başladı, o yüzden başka bir mağaza bulmak zorunda kaldık.
- aşırı
- {s} violent
- aşırı
- {s} acute
There is an acute shortage of water.
- Aşırı bir su sıkıntısı var.
- aşırı
- {s} intense
- aşırı
- shocking
- aşırı
- beyond
- aşırı
- {s} super
Most of the food we buy in supermarkets is overpackaged.
- Süpermarketlerde aldığımız yiyeceklerden çoğu aşırı paketlenmiş.
Superconductivity is a physical property.
- Aşırıiletkenlik fiziksel bir özelliktir.
- aşırı
- excessively
Avoid smoking excessively.
- Aşırı sigara içmekten sakının.
- aşırı
- extremist
Muslims are portrayed like extremists that want to kill all non-Muslims.
- Müslümanlar, tüm gayrimüslimleri öldürmek isteyen aşırılık yanlıları gibi canlandırılıyor.
The extremists refused to negotiate.
- Aşırı kişiler müzakere etmeyi reddettiler.
- aşırı
- {s} disproportionate
- aşırı
- {s} ferocious
- aşırı
- stiff
- aşırı
- too much
Mary wears too much makeup.
- Mary aşırı makyaj yapıyor.
- aşırı
- extremes
Tom is apt to go to extremes.
- Tom aşırılara gitmeye eğilimlidir.
You must not go to extremes in anything.
- Hiçbir şeyde aşırıya kaçmamalısın.
- aşırı
- radical
- aşırı
- excess
Excessive smoking will injure your health.
- Aşırı sigara içmek sağlığa zarar verir.
Please refrain from excessive drinking.
- Lütfen aşırı içki içmekten kaçın.
- aşırı
- unbridled
- aşırı
- {s} fond
Ann is exceedingly fond of chocolate.
- Ann aşırı derecede çikolataya düşkün.
- aşırı
- {s} desperate
He made desperate efforts to reach the shore.
- O, kıyıya ulaşmak için aşırı derecede çaba sarfetti.
- aşırı
- abnormal
Her nose is abnormally large.
- Onun burnu aşırı derecede büyük.
- aşırı
- filthy
Tom is a filthy liar.
- Tom bir aşırı yalancı.
They're filthy rich now.
- Onlar şimdi aşırı zengin.
- aşırı
- trop
- aşırı
- redundant
- aşırı
- towering
- aşırı
- {s} fucking
- aşırı
- {s} camp
- aşırı
- too -
- aşırı
- fancy
- aşırı
- steep
Tom has agreed to pay a rather steep price for that painting.
- Tom, bu resim için oldukça aşırı bir fiyat ödemeyi kabul etti.
- aşırı
- past all reason
- aşırı
- undue
- aşırı
- unrestrained
- aşırı
- unduly
- aşırı
- mortal
- aşırı
- astronomic
- aşırı
- overmuch
- aşırı
- fulsome
- aşırı
- astronomical
- aşırı
- hyper
Tom seems to be hyperventilating.
- Tom aşırı heyecanlanıyor gibi görünüyor.
- aşırı
- extravagant
- aşırı
- in excess
- aşırı
- over
What with overwork and poor meals, she fell ill.
- Aşırı çalışma ve yetersiz yemeklerden dolayı, o hastalandı.
Dalida died from an overdose of sleeping pills.
- Dalida aşırı dozda uyku hapından öldü.
- aşırı
- hyper-
- aşırı
- unrestricted
- aşırı
- ultra
- aşırı
- fierce
- aşırı
- awfully
It's awfully expensive.
- Aşırı derecede pahalı.
- aşırı
- overdone
- aşırı
- beyond all reason
- aşırı
- up to the eyes in
- aşırı
- extortionate
- aşırı
- surplus
- aşırı
- ultra-
- aşırı
- too
Mary wears too much makeup.
- Mary aşırı makyaj yapıyor.
Man, too, has been given protective devices against extreme temperatures.
- İnsana da aşırı sıcaklıklara karşı koruyucu cihazlar verilmektedir.
- aşırı
- the more the more
- aşırı
- over-
- aşırı
- every other day
Mary goes to that restaurant for lunch every other day.
- Mary, öğle yemeği için gün aşırı o restorana gider.
She visits us every other day.
- O, gün aşırı bizi ziyaret eder.
- aşırı
- exceeding
Marie blushed exceedingly, lowered her head, and made no reply.
- Marie aşırı derecede kızardı, başını indirdi ve hiç karşılık vermedi.
Ann is exceedingly fond of chocolate.
- Ann aşırı derecede çikolataya düşkün.
- aşırı
- exquisite
- aşırı
- like hell
- aşırı
- desperately
- aşırı
- cruelly
- aşırı
- extremely
Tom is extremely persuasive.
- Tom aşırı derecede ikna edicidir.
Tom looks extremely nervous.
- Tom, aşırı gergin görünüyor.
- aşırı
- hell of
- aşırı
- confoundedly
- aşırı
- excessive, extreme
- aşırı
- devilish
- aşırı
- crusted
- aşırı
- exaggerated
- aşırı
- terribly
It's terribly expensive.
- Aşırı derecede pahalı.
This week has been terribly busy for both of us.
- Bu hafta her ikimiz için de aşırı yoğundu.
- aşırı
- precious
- aşırı
- hard
He's thought long and hard for this election. Very long and hard for the country he loves.
- O, bu seçim için uzun ve aşırı düşündü. Sevdiği ülke için çok uzun ve aşırı düşündü.
This is extremely hard for him.
- Bu onun için aşırı derecede zordur.
- aşırı
- every other: gün aşırı every other day
- aşırı
- over, beyond
- aşırı
- excessively, extremely
- aşırı
- hell
- aşırı
- deep
- aşırı
- damned
- aşırı
- dead
- aşırı
- heavy
Years of heavy drinking has left John with a beer gut.
- Yıllarca süren aşırı içki John'da bir bira göbeği yaptı.
- aşırı
- filthily
- aşırı
- beastly
- aşırı
- terrible
- aşırı
- extravagantly
- aşırı
- {s} inordinate
- aşırı
- {s} breakneck
- aşırı
- {s} high
- aşırı
- {s} immoderate
- aşırı
- intemperate
- aşırı
- {s} unbounded
- aşırı
- {s} intensive
- aşırı
- {s} horrendous
- aşırı
- {s} horrific
- aşırı
- {s} thick
- aşırı
- thundering
- aşırı
- {s} overweening
- aşırı
- {s} unconscionable
- aşırı
- {s} unmeasured
- aşırı
- roaring
- aşırı
- {s} splitting
I had a splitting headache.
- Aşırı bir başağrım vardı.
- aşırı
- enormous
I enjoyed myself enormously, believe me.
- Aşırı derecede eğlendim, inan bana.
- aşırı
- {s} unreasonable
She asked me for an unreasonable sum of money.
- Benden aşırı miktarda para istedi.
- aşırı
- like sin
- aşırı
- {s} unco
- aşırı
- {s} sloppy