As soon as she saw me, she began to weep.
- O beni görür görmez ağlamaya başladı.
She began to grumble and then to weep.
- Söylenmeye ve ardından ağlamaya başladı.
She began to cry in a loud voice.
- O, yüksek bir sesle ağlamaya başladı.
The girl did nothing but cry.
- Kız ağlamaktan başka bir şey yapmıyor.
The baby ceased crying.
- Bebek ağlamayı kesti.
The baby stopped crying.
- Bebek ağlamayı kesti.
We were eating while weeping.
- Ağlarken yemek yiyorduk.
In the amusement park Mary found a boy on his own weeping, and spoke to him gently. Hey, sonny, what is it? Are you lost? Would you like me to take you to the Lost Children Department?
- Eğlence parkında kendi kendine ağlayan bir erkek çocuk buldu, ve onunla kibarca konuştu. Hey, evlat, Sorun nedir? Kayboldun mu? Seni kayıp çocuklar bölümüne götürmemi ister misin?
He wept over his daughter's death.
- Kızının ölümü üzerine ağladı.
She wept over her son's death.
- Oğlunun ölümü üzerine ağladı.
John says when he dies he doesn't want anyone to cry for him.
- John öldüğü zaman hiç kimsenin onun için ağlamasını istemediğini söylüyor.
I know that you still cry for me sometimes.
- Ara sıra hâlâ benim için ağladığını biliyorum.