ağırlaştırmak

listen to the pronunciation of ağırlaştırmak
Турецкий язык - Английский Язык
to aggravate
to make more difficult, make harder
to make heavier; to make more difficult; to slow (sth) down; to aggravate, to exacerbate
weight
burden
to make heavier; to weigh down
to slow (something) down
aggravate
slow something down
(Kanun) impair
exacerbate
burthen
slow down
(Tekstil) charge
(Tekstil) load
ağır
heavy

There is a heavy tax on tobacco. - Tütünde ağır bir vergi vardır.

The clothes soaked in water overnight were heavy. - Suda bir gecede ıslanmış elbiseler ağırdılar.

ağır
weighty
ağır
{s} slow

I'm taking it slow right now. - Şimdi ağırdan alıyorum.

It was like watching a slow motion movie. - Ağır çekim bir film izlemek gibiydi.

ağır
serious

Her child had been seriously ill for a week before Dr. Kim arrived. - Dr. Kim gelmeden önce bir hafta boyunca çocuğu ağır hasta olmuştu.

She was not seriously injured. - O ağır yaralı değildi.

ağır
severe

Air traffic controllers are under severe mental strain. - Hava trafik kontrolörleri ağır zihinsel yük altındadırlar.

In severe cases, cracks can form or it can snap apart. - Ağır vakalarda çatlaklar oluşabilir ya da kırılabilir.

ağır
{s} cumbersome
ağır
{s} harsh

The surrender terms were harsh. - Teslim şartları ağır idi.

ağır
{s} languid
ağır
{s} arduous
ağır
lazy
ağır
severly
ağır
hurtful
ağır
{s} ponderous
ağır
nasty
ağır
difficult

This is the most difficult book I have ever read. - Bu, şimdiye kadar okuduğum en ağır kitap.

ağır
smelly
ağır
clunky
ağır
biting
ağır
close
ağır
foul smell
ağır
deed
ağır
severest
ağır
offensive
ağır
viscous
ağır
precious
ağır
sharp
ağır
thick

The ice is not thick enough to hold our weight. - Buz bizim ağırlığımızı taşıyacak kadar kalın değil.

ağır
cutting
ağır
{s} oppressive
ağırlaştırma
weighting
ağırlaştırma
making heavier
ağırlaştırma
charging
ağırlaştırma
making more difficult
ağır
{s} strong

Hunger is one of the strongest griefs. - Açlık en ağır sorunlardan biridir.

The structure isn't strong enough to support that much weight. - Yapı bu kadar ağırlığı taşıyacak kadar güçlü değil.

ağır
dull
ağır
torpid
ağır
onerous
ağır
drudge
ağır
rich

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.

ağır
drudging
ağır
drudgery
ağır
logy
ağır
hulking
ağır
stick-in-the-mud
ağır
tardy
ağır
laggard
ağır
desperate
ağırlaştırma
aggravation
ağır
not fast
ağır
heavier

Gold is heavier than iron. - Altın demirden daha ağırdır.

Gold is heavier than silver. - Altın gümüşten daha ağırdır.

ağır
heavily

I was heavily sedated. - Ağır şekilde sakinleşmiştim.

Were they heavily armed? - Onlar ağır silahlı mıydı?

ağır
valuable
ağır
graver
ağır
heavy weight
ağır
heavy; heavy, difficult, strenuous; dull, stodgy, ponderous; serious, grave, severe, nasty; stuffy, smelly; (söz) offensive, hurtful, cutting, biting; slow, ponderous; (yiyecek) indigestible, rich, stodgy, heavy; thick, viscous; (uyku) deep; valuable, pre
ağır
slow-moving
ağır
valuable, precious
ağır
hard

You are working too hard. Take it easy for a while. - Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al.

Tom pretended to be hard of hearing. - Tom kulağı ağır işitiyor gibi davranıyordu.

ağır
heavyweight

He will fight the heavyweight champion tomorrow. - Yarın ağır siklet şampiyonu ile karşılaşacak.

ağır
bovine
ağır
heavy, difficult (work)
ağır
thick, viscous
ağır
sharp (words)
ağır
stuffy, oppressive; smelly
ağır
seriously

My pet dog was seriously ill. - Benim evcil köpeğim ağır hastaydı.

Both were seriously wounded. - Her ikisi de ağır yaralandı.

ağır
slowly; ponderously
ağır
badly

Tom could've been badly hurt. - Tom ağır yaralanabilirdi.

His bag was badly damaged. - Onun çantası ağır hasar gördü.

ağır
indigestible
ağır
serious, difficult (problem)
ağır
dignified

What a dignified man! - Ne ağırbaşlı bir adam!

Tom tried to look dignified. - Tom ağırbaşlı görünmeye çalıştı.

ağır
indigestible, rich, heavy (food)
ağır
heavy; (Askeriye) heavy
ağır
unwholesome
ağır
severely

We must punish him severely. - Onu ağır bir biçimde cezalandırmalıyız.

Tom was severely injured. - Tom ağır biçimde yaralandı.

ağır
serious, grave (sickness, wound)
ağır
foul (smell)
ağır
serious-minded
ağır
back breaking
ağır
repressive
ağır
cutting, hurtful, offensive
ağır
slow; ponderous
ağır
{s} measured
ağır
slowly
ağır
{s} grievous
ağır
{s} stodgy
ağır
{s} smashing
ağır
{s} slashing
ağır
plodding
ağır
{s} toilful
ağır
{s} grave

Dan was struck and gravely injured by a truck. - Dan bir kamyon tarafından çarpıldı ve ağır bir şekilde yaralandı.

ağır
{s} strenuous
ağır
{s} unwieldy
ağır
stiff
ağır
serious minded
ağır
distant
ağır
{s} cumbrous
ağır
funereal
ağır
{s} slack
ağır
pedestrian
ağır
{s} burdensome
ağır
{s} scornful
ağır
sweaty
ağır
{s} deep
ağır
{s} contemptuous
ağır
slow moving
ağır
ponderable
ağır
largo
ağır
musty
ağır
{s} deliberate
ağır
prosy
ağır
lento
ağır
burden

They were burdened with heavy taxes. - Ağır vergi yükü altındaydılar.

ağır
acute
ağır
{s} sluggish
ağır
{s} Fabian
ağır
{s} lumbering
ağır
soggy
ağır
{s} massive

An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami. - Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.

ağır
{s} hefty
ağır
{s} foul
ağır
{s} toilsome
ağır
{s} muzzy
ağırlaştırma
aggro
ağırlaştırma
making heavier; making more difficult; slowing (sth) down;weighting, charging
Турецкий язык - Турецкий язык
Bir şeyin ağırlaşmasına yol açmak
Ağır
sakil
Ağır
köm
Ağır
kilolu
Ağır
(Osmanlı Dönemi) VAHİM
Ağır
okkalı
ağır
Ağır sıklet
ağır
Tehlikeli, korkulu, vahim: "Viyana Üniversitesinde hocalığım sırasında amirim olan profesör ağır hasta idi."- H. Taner
ağır
Yoğun
ağır
Ağırbaşlı, ciddi
ağır
Değeri çok olan, gösterişli
ağır
Uyanılması güç, derin (uyku)
ağır
Fakat otuz yaşındaki bir insandan daha ağırdı."- H. E. Adıvar
ağır
Tehlikeli, korkulu, vahim
ağır
Keskin, boğucu (koku): "Bu koku, en hafif rüzgârla burnu kuvvetli bir adama uzaktan kendini hissettirecek kadar ağırdır."- F. R. Atay
ağır
Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı
ağır
Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı: "Kızmıştım, Keziban'a söylenecek şöyle ağır bir söz arıyordum."- N. Ataç
ağır
Ağırbaşlı, ciddi: "Bu, on dokuz yaşında ufak tefek bir kızdı
ağır
Yoğun: "Evin sofasına girer girmez kendisini ağır bir duman karşıladı."- A. Sayar
ağır
Tartıda çok çeken, hafif karşıtı
ağır
Keskin, boğucu (koku)
ağır
Çetin, güç
ağır
Kısık, alçak
ağır
Çapı, boyutları büyük
ağır
Değeri çok olan, gösterişli: "Ağır kıyafeti ile muhite uymayan Canan'ın yanında, ne kadar rahat ve sadeydi."- M. C. Kuntay. Çapı, boyutları büyük. Çetin, güç: "Denizcilik tarihinin en ağır sorumluluklarından birini üzerine alıyordu."- F. F. Tülbentçi
ağır
Yavaş
ağır
Kısık, alçak: "Ağaya pek duyurmak istemeyen ağır bir sesle kulağıma eğildi."- O. C. Kaygılı
ağır
Sindirimi güç (yiyecek)
ağır
Davranışları yavaş olan
ağır
Sıkıntı veren, bunaltıcı
ağır
Güç işiten, sağır
ağır
Yavaş: "Cüneyt Bey sözlerini tartıyormuş gibi ağır söylüyordu."- E. İ. Benice
ağırlaştırma
Ağırlaştırmak işi
ağırlaştırmak
Избранное