Her child had been seriously ill for a week before Dr. Kim arrived.
- Dr. Kim gelmeden önce bir hafta boyunca çocuğu ağır hasta olmuştu.
Both were seriously wounded.
- Her ikisi de ağır yaralandı.
I want to see the scene in slow motion.
- Sahneyi ağır çekimde görmek istiyorum.
I'm taking it slow right now.
- Şimdi ağırdan alıyorum.
The clothes soaked in water overnight were heavy.
- Suda bir gecede ıslanmış elbiseler ağırdılar.
It's good now; neither too heavy nor too light.
- O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.
He was subjected to severe criticism.
- Ağır eleştiriye maruz kaldı.
The Great Blizzard of 1888 was one of the most severe blizzards in the history of the United States.
- 1888'deki Büyük Kar Fırtınası, Birleşik Devletler tarihinin en ağır kar fırtınalarından biriydi.
I don't like girls who play hard to get.
- Kendini ağırdan satan kızlardan hoşlanmam.
You are working too hard. Take it easy for a while.
- Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al.
He will fight the heavyweight champion tomorrow.
- Yarın ağır siklet şampiyonu ile karşılaşacak.
I was heavily sedated.
- Ağır şekilde sakinleşmiştim.
All these goods are heavily taxed.
- Tüm bu mallar ağır biçimde vergilendiriliyor.
Barney was wounded seriously.
- Barney ağır şekilde yaralandı.
Both were seriously wounded.
- Her ikisi de ağır yaralandı.
Tom could've been badly hurt.
- Tom ağır yaralanabilirdi.
He was injured badly in the accident.
- O, kazada ağır yaralandı.
What a dignified man!
- Ne ağırbaşlı bir adam!
You look very dignified.
- Çok ağırbaşlı görünüyorsun.
Tom was severely injured.
- Tom ağır biçimde yaralandı.
We must punish him severely.
- Onu ağır bir biçimde cezalandırmalıyız.
Hunger is one of the strongest griefs.
- Açlık en ağır sorunlardan biridir.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
The surrender terms were harsh.
- Teslim şartları ağır idi.
This is the most difficult book I have ever read.
- Bu, şimdiye kadar okuduğum en ağır kitap.
The ice is not thick enough to hold our weight.
- Buz bizim ağırlığımızı taşıyacak kadar kalın değil.
An earthquake, 8.9 on the Richter scale, hits Japan and causes a massive tsunami.
- Richter ölçeğine göre 8.9 şiddetinde bir deprem, Japonya'yı vurdu ve ağır bir tsunamiye sebep oldu.
Thanks for the hard work.
- Ağır iş için teşekkürler.
The soldiers had artillery.
- Askerlerin ağır silahları vardı.
Barney was wounded seriously.
- Barney ağır şekilde yaralandı.
kodaman, önemli kimse.
After the hatchet job my boss did on my proposal, I'm not sure how long I want to keep on working here.
- Teklifimle ilgili patronumun yaptığı ağır eleştiriden sonra, burada çalışmayı ne kadar süre sürdürmek istediğimden emin değilim.