-yer

listen to the pronunciation of -yer
Английский Язык - Турецкий язык

Определение -yer в Английский Язык Турецкий язык словарь

till yer
yer kadar
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение -yer в Турецкий язык Турецкий язык словарь

yer elması
(Botanik, Bitkibilim) Bu bitkinin besin olarak yararlanılan kök sapı
yer elması
(Botanik, Bitkibilim) Birleşikgillerden, kök sapları yumru durumunda olan bir bitki (Helianthus tuberosus)
Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân
yer yer
Birçok yerde
Английский Язык - Английский Язык
Agent suffix, equivalent to -er, appended to some nouns
what's yer poison
Eye dialect spelling of what's your poison
yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
Турецкий язык - Английский Язык

Определение -yer в Турецкий язык Английский Язык словарь

yer fıstığı
peanut

I'm not supposed to eat peanuts. - Yer fıstığı yemem gerekmiyor.

Tom might be allergic to peanuts. - Tom'un yer fıstığına allerjisi olabilir.

her yer
everywhere

These are on sale everywhere. - Bunlar her yerde satılıyor.

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

yer
location

I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting. - Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.

Show me the location of your camp on this map. - Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.

yer ayırtma
reservation

I ought to have made a hotel reservation earlier. - Otelde daha önce yer ayırtmalıydın.

yer değişmek
interchange
yer
place

I don't think television will take the place of books. - Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.

They set the time and place of the wedding. - Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.

yer
floor

The police found some blood on the floor. - Polisler yerde biraz kan buldular.

I spilled egg on the floor. - Yumurtayı yere döktüm.

yer
{i} ground

The soldier lay injured on the ground. - Asker yerde yaralı yatıyordu.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

yer
spot

The police arrested the burglar on the spot. - Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.

You're parked in my spot. - Benim yerime park ettin.

gidilecek yer
destination

Text me after you get to your destination. - Gidilecek yere vardıktan sonra bana mesaj at.

I can't change the direction of the wind, but I can adjust my sails to always reach my destination. - Rüzgarın yönünü değiştiremem ama gidilecek yere ulaşmak için her zaman yelkenlerimi ayarlayabilirim.

yer
{i} terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

hikâyenin geçtiği yer
setting
oturacak yer
seat

The seat of the chair needs repairing. - Sandalyenin oturacak yerinin tamir edilmesi gerekiyor.

yer ayırtma
booking
yer
{i} stand

Stand where you are or I'll kill you. - Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

yer ayırmak
book
iyi korunan yer
bastion
yer gösterici
usher
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer
Once bitten twice shy
gizli yer
recess
gözlerden uzak yer
seclusion
inci avlanan yer
pearl fishery
kalacak yer
quarters
kalacak yer
rooms
orakla bir defada biçilen yer
swath
sık sık gidilen yer
haunt
yer
(Bilgisayar) to
yer
{i} quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

yer almak
1. to be located in, be situated in (a place): Fethi ön sırada yer alıyor. Fethi's in the front row. 2. (for someone) to be involved in, have a part in (a job, a project). 3. to be in, appear in
yer almak
appear in
yer almak
to take part

Our company wants to take part in that research project. - Şirketimiz o araştırma projesinde yer almak istiyor.

The important thing is not to win the game, but to take part in it. - Önemli olan oyunda kazanmak değil, oyunun içinde yer almak.

yer almak
be in

I don't want to be involved in this affair. - Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.

yer ayırtmak
to book
yer vermek
allow for
yüksek yer
high

Tom certainly has a lot of friends in high places. - Tom'un kesinlikle yüksek yerlerde çok sayıda arkadaşları var.

I still have friends in high places. - Hala yüksek yerlerde arkadaşlarım var.

çevrilmiş yer
inclosure
yer
{i} where

Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city. - Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.

Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year. - Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.

(bir yer)den
from
-de yer almak
join in
ambar gibi (yer)
cavernous
ancak yer yer iyi olan
spotty
arka yer
back seat
bilinmeyen yer
ultima thule
bir yer
anywhere

Are you going anywhere? - Bir yere gidiyor musun?

Tom says he thinks he could live anywhere. - Tom herhangi bir yerde yaşayabileceğini sandığını söylüyor.

brezilya yer fıstığı
(Gıda) cashew
derin yer
trough
ders okutulan yer
class
dipsiz gibi görünen yer
abyss
durgun yer
backwater
düz yer
level area
gezilecek yer
ambulatory
gidilecek yer
(Bilgisayar) go to what
gizli yer
recesses
hava-yer
(Havacılık) air-ground
her yer
anywhere

You may go anywhere you like. - İstediğiniz her yere gidebilirsiniz.

That kind of thing can't be found just anywhere. - O tür şey her yerde bulunamaz.

her yer
everyplace
her yer
(deyim) up hill and down dale
her yer
every place
ihmal edilmiş yer
desolate
ikamet edilen yer
residence
kirli ve düzensiz (yer)
slatternly
sesle yer belirleme
echolocation
suni yer çekimi
(Askeri) artificial gravity
sıfır yer çekimi
(Askeri) zero gravity
uydu yer bağı
downlink
uydu-yer bağı
(Bilgisayar) downlink
uzak yer
distance
yakın yer
vicinity
yeni yer
(Bilgisayar) new location
yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
(Askeri) catchall
yer
housing
yer
trace

This security system allows us to trace employees movements anywhere they go. - Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.

The police looked everywhere and could find no trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

Try to fulfill your duty. - Görevini yerine getirmeye çalış.

Come what may, we must do our duty. - Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.

yer
party

Paul went to the party in place of his father. - Paul babasının yerine partiye gitti.

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
facility
yer
swatch
yer
venture
yer
point

Tom pointed to the ground. - Tom yere işaret etti.

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
terrane
yer
yard
yer
employment
yer
scar

The natives are scared of this place. - Yerliler buradan korkuyorlar.

This is a very scary place. - Bu çok korkutucu bir yer.

yer
mark

On your marks, get set, go! - Yerlerinize... Hazır... Başla!

Is there anywhere I can go to find a flea market? - Herhangi bir yerde gidebileceğim bir bit pazarı var mı?

yer
subterranean
yer
{i} whereabouts

We have no idea about his whereabouts. - Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.

Parents should monitor their children's whereabouts. - Anne ve babalar, çocuklarının bulunduğu yerleri izlemelidir.

yer almak
come in on
yer almak
rank

According to the American journal International Living, Uruguay is ranked among the twenty safest countries in the world. - Amerikan dergisi Uluslararası Yaşam'a göre, Uruguay dünyada en güvenli yirmi ülke arasında yer almaktadır.

Cotton ranks among the world's most important crops. - Pamuk, dünyanın en önemli ürünleri arasında yer almaktadır.

yer almak
fall into
yer almak
go in for
yer almak
precondition
yer almak
put in an appearance
yer almak
be located in
yer almak
be in the swim
yer almak
rank among
yer almak
go on
yer almak
(Kanun) enter
yer almak
figure
yer almak
be situated in (a place)
yer almak
fall within
yer almak
rank as
yer almak
take part

The important thing is not to win the game, but to take part in it. - Önemli olan oyunda kazanmak değil, oyunun içinde yer almak.

They want to take part in the Olympic Games. - Olimpiyat Oyunları'nda yer almak istiyorlar.

yer almak
(for someone) have a part in
yer etmek
strike
yer etmek
etch
yer etmek
make an impression
yer etmek
leave a mark
yer vermek
give (somebody) a seat
yer vermek
allow (something) happen
yer vermek
give a place
yer yer
from place to place
yüksek yer
upland
yırtık yer
tear
önemli yer
key position
ıssız yer
desolate
ıssız yer
the wild
ıssız yer
wilderness
yer
site

The investigators gathered evidence from the crash site. - Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.

This site is ideal for our house. - Bu yer bizim ev için idealdir.

serin yer
cool
adı çıkmış yer veya kimse
byword
hamam gibi yer
furnace
yer
locality
yer
situs
yer
room

There was room for one person in the car. - Arabada bir kişilik yer vardı.

You must make room for the television. - Televizyon için yer açmalısın.

yer
earth

The earth is where we all live. - Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.

In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth. - Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.

yer
seat

Tom showed up early so he could get a good seat. - İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

yer
situation

If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation. - Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.

Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it? - Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?

yer
abode
boş yer var
Vacancy
uygun yer
niche
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer
(Atasözü) - Once burnt twice shy.- A burnt (bunt) child dreads the fire
ekilen yer
Additional locations
ekilen yer, mezraa
sown land, mezraa
ekini bol ve ucuz olan yer
abundant and cheap, where crops
eğimli yer
slope
iki borunun birleştiği yer
the place where the two pipes together
kalacak yer sağlamak
accommodate
ocağın başında yemek yenilen yer
renovated dining space at the beginning of the stove
oyuk yer
hollow
pazar kurulan yer
established in the market place
sığ yer
shoal
viran yer
ruinous place
yer
the land
yer
{i} slot
yer
placing
yer
place of
yer alan
appearing in
yer alan
located in

Norway, located in Northern Europe, is a highly developed country. - Kuzey Avrupa'da yer alan Norveç çok gelişmiş bir ülkedir.

Croatia is a country located in the southeastern part of Europe. - Hırvatistan, Avrupa'nın güneydoğu kesiminde yer alan bir ülkedir.

yer almak
Take place
yer alması
take place
yer alt
where lower
yer bırakmak
place to leave
yer hostesi
ground hostess
yer minderi
place mat
yer pelidi
Location of Pelit
yer tutmak
to occupy a place
yer yuvarı
Rounds of place
yer yüzü
land surface
yer çekimsiz
where gravity
Yer
(Tıp) locum
müşterek taktik yer istasyonu (Kara Kuvvetleri); müşterek taktik yer istasyonu (
(Askeri) joint tactical ground station (Army); joint tactical ground station (Army and Navy); joint tactical ground system
ortak yer istasyonu; Kıta Amerikası yer istasyonu
(Askeri) common ground station; continental United States ground station
yer
station

There is a large parking lot in front of the station. - İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.

He took the video to a local TV station. - Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.

yer
geo

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

yer
(a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I've reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
mark (left by something): yara yeri scar left by a wound
yer
the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground
yer
premises
yer
floor: Bebek yerde emekliyor. The baby's crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs
yer
place; location, spot, point; ground; floor; seat; space, room; situation, employment, duty; mark, scar, trace; earth
yer
platform
yer
locale
yer
space

In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded. - Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.

I had to leave out this problem for lack of space. - Yer yokluğu yüzünden bu sorunu atlamak zorunda kaldım.

yer
standing

There was standing room only in the Regional Express to Nuremberg. - Sadece, Nürnberg Bölgesel Ekspres treninde ayakta duracak yer vardı.

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

yer
area

This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago. - Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.

Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas. - Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.

yer
mother earth
yer
terrain, region, area
yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
post

In the post office, mail is classified according to the place where it is to go. - Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.

The post office is located in the center of the town. - Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.

yer
glebe
yer
terraneous
yer
the earth, the planet earth
yer
position

Put yourself in my position. - Kendini benim yerime koy.

Were I in your position, I would do it at once. - Yerinde olsam, onu derhal yaparım.

yer
stead

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

If you can't come, send someone in your stead. - Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.

yer
locus
yer
ubiety; pew
yer
place, position (of employment)
yer
footing
yer
passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn't it?
yer
piece of land, piece of property: Kalamış'ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış
yer
lampoon

It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time. - Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.

yer
billet
yer
whither
yer
{i} ubiety
yer
whence
yer/araç lazerli yer bulma aracı
(Askeri) ground/vehicle laser locator designator
-yer

    Этимология

    () From Middle English, partly an alteration of -ier; and partly from Middle English -yere, -iere, -ȝere, the suffix -er appended to words ending in ȝ or g. More at -ier, -er.
Избранное