We failed to persuade him.
- Onu ikna etmekte başarısız olduk.
She did her best to persuade him.
- O, onu ikna etmek için elinden geleni yaptı.
It is hard to convince John.
- John'u ikna etmek zordur.
Though Tom's English seems quite good at times, he doesn't seem to know his limitations and it's impossible to convince him that he's wrong when he makes a mistake.
- Tom'un İngilizcesi zaman zaman oldukça iyi görünsede, o sınırlarını biliyor gibi görünmüyor ve o bir hata yaptığında onu hatalı olduğuna ikna etmek imkansızdır.