şeyleri

listen to the pronunciation of şeyleri
Турецкий язык - Английский Язык
things
One's clothes, furniture, luggage, or possessions collectively; stuff

Ole Golly just had indoor things and outdoor things.... She just had yards and yards of tweed which enveloped her like a lot of discarded blankets, which ballooned out when she walked, and which she referred to as her Things. —Louise Fitzhugh, Harriet the Spy (1964).

plural form of thing
any movable possession (especially articles of clothing); "she packed her things and left"
plural of thing
any movable possession (especially articles of clothing); "she packed her things and left
{i} possessions; belongings; articles of clothing; any possession that can be moved; equipment required for activity or a particular intention; affairs in general
Ones clothes, furniture, luggage, or possessions collectively; stuff
şey
stuff

Tom knows a lot of stuff about Mary. - Tom Mary hakkında çok şey biliyor.

Tom can't afford all the stuff Mary wants him to buy on his salary. - Tom'un, Mary'nin ondan satın almasını istediği her şeyi maaşıyla almaya gücü yetmez.

şey
{i} thing

I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do. - Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.

The thing you have to know about Batman is, he's a superhero. - Batman hakkında bilmeniz gereken şey, onun süper kahraman olmasıdır.

şey
article

Please place all articles not related to the lesson inside your bag. - Lütfen dersle ilgisi olmayan her şeyi çantana koy.

There are a variety of articles in her purse. - Çantasında çeşitli şeyler var.

şey
{i} matter

It doesn't matter what he said. - Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.

I have nothing to say on this matter. - Benim bu konuda söyleyecek bir şeyim yok.

şey
chose

I realized that what I had chosen didn't really interest me. - Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.

There are some things we could've change, but we chose not to. - Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.

şey
entity
kutsal şeyleri çalma
sacrilege
şey
{i} doing

The great pleasure in life is doing what people say you cannot do. - Hayatta büyük zevk insanların yapamayacağını söylediği şeyi yapmaktır.

I asked Tom to do the same thing that Mary was doing. - Tom'un Mary'nin yaptığı aynı şeyi yapmasını rica ettim.

şey
{i} concern

It's no concern of mine. - O, beni ilgilendiren bir şey değil.

That's nothing you need to concern yourself with. - Bu kendinizi endişelendirmenizi gereken bir şey değil.

görülemeyen şeyleri görebilen
clairvoyant
görülemeyen şeyleri görebilen kimse
clairvoyant
şey
gizmo
şey
aggregate
şey
gimmick
şey
hickey
şey
thingumabob
şey
business

Find out all you can about Tom's business. - Tom'un işi hakkında öğrenebildiğin her şeyi öğren.

Spies make it their business to know things that you don't want them to know. - Casuslar senin onların bilmesini istemediğin şeyleri bilmek için işlerini yaparlar.

şey
dingus
şey
doohickey
şey
the thing is
şey
in thing
bilinen şeyleri tekrar tekrar sunmak
dish up old facts in a new form
bilinen şeyleri yinelemek
(Konuşma Dili) go into one's routine
görülemeyen şeyleri görme yeteneği
clairvoyance
korkunç şeyleri alaya alan mizah
gallows humor
mikroskobik şeyleri fotoğraflama
photomicrography
zıtı olan şeyleri yapma
Don't do things that get her dander up!
şey
well

I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind. - Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.

Everything is well with us. - Bizimle her şey iyidir.

şey
thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
şey
object

It was an object of terror. - Dehşet veren bir şeydi.

You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love... - Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...

şey
affair

He knows a lot about foreign affairs. - Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.

şey
thingummy
şey
doings
şey
what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
şey
lark
şey
doodad
şey
thingumajig
şey
whosit
şey
picayune
şey
backbone
şey
{i} res
şey
contraption
şey
aught
şey
plummet
şey
thingamajig
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение şeyleri в Турецкий язык Турецкий язык словарь

Şey
(Osmanlı Dönemi) BAZİL
Şey
(Osmanlı Dönemi) SÜMM
Şey
(Osmanlı Dönemi) HURS
Şey
(Osmanlı Dönemi) HİLBİSE
Şey
(Osmanlı Dönemi) FÜVFE
Şey
(Osmanlı Dönemi) MA'NE
Şey
(Osmanlı Dönemi) KUZA'MELE
şey
Nesne, madde: "Asıl zorluk belki öğrenilmesi lazım gelen şeylerin değil, unutulması gereken şeylerin çokluğundan gelir."- A. Ş. Hisar
şey
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb.nin adı yerine kullanılır: "Bana sen pek çok şey kazandırdın."- R. H. Karay
şey
Nesne, madde
şey
Belirsiz bir anlamda madde, eşya, söz, olay, iş, durum vb. nin adı yerine kullanılır
şey
(Osmanlı Dönemi) KAZAM
şeyleri
Избранное