Определение şey в Турецкий язык Английский Язык словарь
- stuff
The only thing on the table that I normally wouldn't eat is that stuff on the yellow plate.
- Normal olarak yemediğim masadaki tek şey sarı tabaktaki şeydir.
Tom doesn't like it when this kind of stuff happens.
- Bu tür şey olduğunda, Tom bundan hoşlanmıyor.
- thing
I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do.
- Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.
Please don't leave valuable things here.
- Lütfen değerli şeyleri burada bırakmayın.
- article
This article reminds me of something I saw on TV.
- Bu makale bana TV'de gördüğüm bir şeyi hatırlatıyor.
Please place all articles not related to the lesson inside your bag.
- Lütfen dersle ilgisi olmayan her şeyi çantana koy.
- chose
I realized that what I had chosen didn't really interest me.
- Seçtiğim şeyin beni ilgilendirmediğini anladım.
There are some things we could've change, but we chose not to.
- Değiştirebileceğimiz bazı şeyler vardır fakat seçeceğimiz değil.
- well
I couldn't sleep well last night because there were lots of things on my mind.
- Kafamda çok şeyler olduğu için dün gece iyi uyuyamadım.
Tom is pretty sure everything will go well.
- Tom her şeyin iyi gideceğinden oldukça emin.
- doohickey
- thing, stuff, object; what-d'you-call-him/-her/-it; what's-his/-her/-its-name; thingummy, thingumabob, thingumajig; well
- object
You don't really love me at all. You only care about your math stuff! Not at all, I do love you! Prove it! Okay. Let A be the set of the objects I love...
- Aslında beni hiç sevmiyorsun. Tek önem verdiğin şey matematik! Ne münasebet, seni seviyorum! Kanıtla! Peki. Sevdiğim şeyler A kümesi olsun...
It was an object of terror.
- Dehşet veren bir şeydi.
- concern
Tom seems to be very concerned about something.
- Tom bir şey hakkında çok endişeli görünüyor.
What I have to say concerns everyone here.
- Söylemek zorunda olduğum şey, buradaki herkesi ilgilendirir.
- matter
It is no laughing matter that he couldn't graduate from university this year.
- Onun bu yıl üniversiteden mezun olamaması gülünecek bir şey değil.
It doesn't matter what he said.
- Söylediği şeyin hiçbir önemi yok.
- affair
He knows a lot about foreign affairs.
- Dış ilişkiler hakkında çok şey bilir.
- thingummy
- doings
- what-do-you-call-it; what-do-you-call-him; whatyoumayjigger, thingumbob, thingamabob, thingumajig, thingummy (used to designate something or someone whose name one has either forgotten or doesn't know)
- lark
- thingumabob
- doodad
- thingumajig
- doing
You need to stop doing things that bother Tom.
- Tom'u rahatsız eden şeyleri yapmayı durdurmalısın.
The great pleasure in life is doing what people say you cannot do.
- Hayatta büyük zevk insanların yapamayacağını söylediği şeyi yapmaktır.
- whosit
- entity
- gizmo
- aggregate
- gimmick
- hickey
- business
Perpetual devotion to what a man calls his business, is only to be sustained by perpetual neglect of many other things.
- kendi işini sürekli fedakarlık olarak tanımlayan biri, sadece diğer bir çok şeyi ihmal ederek sürdürülebilir.
It's my business to investigate such things.
- Bu tür şeyleri araştırmak benim işim.
- dingus
- the thing is
- in thing
- picayune
- backbone
- {i} res
- contraption
- aught
- plummet
- thingamajig
- hiçbir şey
- nothing
She knows nothing about your family.
- Aileniz hakkında hiçbir şey bilmiyor.
That'll change nothing.
- O hiçbir şeyi değiştirmeyecek.
- her şey
- everything
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
Everything about him was grey.
- Onun hakkında her şey griydi.
- şey (soyut)
- thing
- bir şey
- anything
Don't you have anything smaller than that?
- Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?
Is there anything to drink in the refrigerator?
- Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?
- değersiz şey
- junk
Have you ever considered getting rid of some of this junk?
- Sen hiç bu değersiz şeyin bazılarından kurtulmayı düşündün mü?
- göz zevkini bozan şey
- eyesore
- şaşılacak şey
- wonder
It's a wonder they're still awake.
- Onların hâlâ uyanık olması şaşılacak şey.
- sarınacak şey
- muffle
- dinlendirici şey
- escape
- hizmet karşılığı kazanılan şey
- reward
- orta dereceli şey
- intermediate
- sudan ucuz şey
- bargain
- çok istenen şey
- prize
- ilginç şey
- curiosity
- nefis şey
- dream
- asıl gerekli şey
- essential
- esas olan şey
- essential
- oval şey
- ovoid
- ekmeğe sürülen şey
- spread
- artakalan şey
- (Hukuk) legacy
- bir şey değil
- not at all
This is not at all what Tom expected.
- Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.
- gelecekte olacak şey
- future
- gereken şey
- necessary
- gitgide büyüyen şey
- snowball
- hak edilen şey
- deserts
- heyecan verici şey
- sensation
- iddia konusu şey
- submission
- insan eliyle yapılmış şey
- artifact
- kendini bir şey sanan
- self righteous
- kendini bir şey sanan önemsiz tip
- pipsqueak
- konu olan şey
- subject
- lazım olan şey
- necessary
- mükemmel şey
- prime
- ok başına benzeyen şey
- arrowhead
- olağanüstü şey
- prodigy
- rüya gibi şey
- dream
- sevimsiz şey
- bitch
- sıkıcı şey
- bore
- ufacık şey
- mite
- vazgeçiren şey
- deterrent
- yeni çıkmış şey
- novelty
- zevk veren şey
- treat
- çok etkili şey
- blockbuster
- önemsiz şey
- straw
- birinci gelen şey
- first
- gizli şey
- secret
- herhangi bir şey
- anything
Don't you have anything smaller than that?
- Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?
Is there anything to drink in the refrigerator?
- Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?
- anlatmak istenilen şey
- point
- beklenen şey
- (Ticaret) prospect
- beklenen şey
- expectancy
- böyle bir şey
- such a thing
- cezbedici şey
- temptation
- dalgalar halinde yükselen şey
- billow
- damla damla akan şey
- trickle
- demek istenilen şey
- drift
- devasa ve çok çirkin şey
- monstrosity
- dilemek (iyi bir şey)
- wish
- elde edilen şey
- acquisition
- en mükemmel şey
- the last word in
- eziyet veren şey
- torment
- garip şey
- oddity
- geciktirici şey
- retardation
- gereksiz şey
- non-essential
- gerçek şey
- the real thing
- geçici şey
- bauble
- gizli şey
- confidence
- göze batan çirkin şey
- eyesore
- güldürücü şey
- gag
- güzel şey
- beauty
- hangi şey
- what
- hazırlamak (kötü bir şey)
- brew
- her şey
- (Argo) lock, stock and barrel
- hiç bir şey
- next to nothing
- ilave edilecek şey
- addendum
- istek uyandıran şey
- temptation
- istenen veya talep edilen şey
- demand
- izleyen şey
- (İnşaat) tracer
- kesilen şey
- clipping
- kesin şey
- cinch
- kötü şey
- bad
- kıymetli şey
- asset
- nadir şey
- curiosity
- nefes nefese (bir şey) demek
- puff
- olumsuz bir şey ima eden söz
- innuendo
- olur mu öyle şey
- come on!
- olur mu öyle şey
- no way!
- sabit şey
- fixture
- sabit şey
- constant
- sahte şey
- dummy
- sinirlendirici şey
- vexation
- sivri bir şey -e batmak
- prick
- sonu olmayan şey
- blind-alley
- sıkıcı şey veya kimse
- nuisance
- sıkıntı veren şey
- annoyance
- sıkıntı veren şey
- nuisance
- tabii bir şey
- matter of course
- tahsis edilmiş şey
- allotment
- tersine dönmüş şey
- inversion
- toptan şey
- lump
- tuhaf şey
- curiosity
- ucuz şey
- bargain
- yeni şey
- innovation
- yerini alan kimse/şey
- replacement
- yeterli şey
- sufficiency
- yuvarlak şey
- disc
- zorla alınan şey
- (Ticaret) extortion
- zıt olan şey
- reverse
- zıt şey
- contrast
- çekici şey
- knockout
- önemini yitirmiş şey
- has-been
- önemsiz şey
- picayune
- önemli bir şey
- something
She seems to know something important.
- Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
Tom wanted to tell Mary something important.
- Tom Mary'ye önemli bir şey söylemek istedi.
- algılanabilen şey
- phenomenon
- yasaklanmış şey
- taboo
- iki şey
- twosome
- işe yaramaz şey
- trash
- işe yarar şey
- utility
- Değişmeyen tek şey değişimdir
- (Atasözü) Nothing is permanent but change
- asıl önemli olan şey
- the most important thing
- asıl önemli olan şey
- more importantly, what really matters is
- az şey
- thought
- bir şey değil
- Don't mention it
- bir şey değil
- You're welcome
- birçok şey
- many things
We talked about many things.
- Birçok şeyden bahsettik.
Cows supply us with many things we need.
- İnekler ihtiyacımız olan birçok şey bize verirler.
- eser; yapılmış şey; istisna akdinin konusu
- work, the things that were done, the subject of contractual exclusions
- farsca'da tat, çeşni, tadılacak şey
- farsca'da taste, flavor, taste a thing
- gayrimenkul sayılan şey
- (Kanun) land
- her şey yolunda
- all good
- içe dert olan şey
- The thing to worry about smoking
- içilecek şey
- The thing inside
- içilecek şey. içki
- thing to drink. drink
- problem yaratan şey
- villain
- sekizinci şey
- eighth
- sergilenen şey
- exhibit
- sınırlayan, daraltan şey
- limiting, narrowing things
- umarım her şey yolundadır
- i hope all is well
- umarım her şey yolundadır
- i hope everything is fine
- çok şey
- lots of things
I have lots of things to tell you.
- Sana söyleyecek çok şeyim var.
I have lots of things to do.
- Yapacak çok şeyim var.
- özgü şey
- speciality
- üstün olunan şey
- excellence
- şeyler
- stuff of
- şeyler
- things
We talked about various things.
- Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
Don't say bad things about others.
- Diğerleri hakkında kötü şeyler söyleme.
- şeyler
- somethings