We can see the tower above the trees.
- Biz ağaçların üzerindeki kuleyi görebiliyoruz.
The moon rose above the clouds.
- Ay bulutların üzerinde kaldı.
The blare of the radio burst upon our ears.
- Radyonun sesi kulaklarımızın üzerinde patladı.
What would happen if two powerful nations with different languages - such as United States and China - would agree upon the experimental teaching of Esperanto in elementary schools?
- Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi farklı dilleri olan iki güçlü devlet ilköğretim okullarında Esperanto deneysel öğretimi üzerinde anlaşmaya varsalardı ne olurdu?
I found this on the way to the supermarket.
- Ben bunu süpermarket yolu üzerinde buldum.
The boy skipped over the fence.
- Çocuk, çitin üzerinden atladı.
Lech Wałęsa jumped over the shipyard fence in 1980.
- Lech Wałęsa 1980'de tersane çitinin üzerinden atladı.
You have added a comment, not a translation. To add a translation, click on the «あ→а» icon above the sentence.
- Bir yorum eklediniz, çeviri değil. Çeviri eklemek için, cümle üzerindeki «あ→а» simgesine tıklatın.
There is one apple on the desk.
- Sıranın üzerinde bir elma var.
He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon.
- O plaja gitti, ve denizin üzerinden ufka doğru baktı.
He jumped across the puddle.
- O, su birikintisi üzerinden atladı.
What would happen if two powerful nations with different languages - such as United States and China - would agree upon the experimental teaching of Esperanto in elementary schools?
- Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi farklı dilleri olan iki güçlü devlet ilköğretim okullarında Esperanto deneysel öğretimi üzerinde anlaşmaya varsalardı ne olurdu?
Within a few minutes Tom had eaten up all the food on the table.
- Tom masanın üzerindeki yemeği birkaç dakika içinde yemiş.
It has my name on it.
- Onun üzerinde adım var.
They're working on it.
- Onlar onun üzerinde çalışıyorlar.
Tom advised Mary to take some time to think over her options.
- Tom Mary'ye seçenekleri üzerinde düşünmek için biraz zaman almayı tavsiye etti.
We have to think over the plan.
- Plan üzerinde düşünmek zorundayız.
I'm going to speak to you with utmost candor so I want you to take everything I'm about to say at face value.
- Seninle son derece açık yüreklilikle konuşacağım bu yüzden söyleyeceğim her şeyi üzerinde yazılı değerden almanı istiyorum.
Don't dwell on your past failures.
- Geçmiş hatalarının üzerinde durma.
Tom focuses on the positive and doesn't dwell on the negative.
- Tom pozitif üzerinde odaklanır ve negatif üzerinde durmaz.
Ekmek masanın üstünde.
- Ekmek masanın üzerinde.
Vazo masanın üstünde.
- Vazo masanın üzerinde.