Her job is to teach English.
- Onun işi İngilizce öğretmektir.
That men do not learn very much from the lessons of history is the most important of all the lessons that history has to teach.
- İnsanoğlunun tarih derslerinden çok şey öğrenmemesi tarihin öğretmek zorunda olduğu tüm derslerin en önemlisidir.
He taught me how to swim.
- O, bana yüzmeyi öğretti.
My mother taught me how to make osechi.
- Annem bana nasıl osechi yapılacağını öğretti.
I know that you're a teacher.
- Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
Yumi will become a teacher.
- Yumi öğretmen olacak.
This book is both interesting and instructive.
- Bu kitap hem ilginç hem de öğretici.
Not all of the books are instructive.
- Kitapların hepsi öğretici değil.
I am very tired from teaching.
- Öğretmekten çok yoruldum.
He earns his living by teaching English.
- Hayatını İngilizce öğreterek kazanıyor.
I use animals to instruct people.
- İnsanlara öğretmek için hayvanları kullanırım.
He wanted to teach English at school.
- Okulda İngilizce öğretmek istedi.
He wanted to teach English at school.
- Okulda İngilizce öğretmek istiyordu.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
My father teaches English at a high school.
- Babam, bir lisede İngilizce öğretiyor.
Did Mr Davis come to Japan to teach English?
- Bay Davis Japonya'ya İngilizce öğretmek için mi geldi?
This book is designed to teach children how to read.
- Bu kitap çocuklara nasıl okuyacağını öğretmek için tasarlandı.
Teaching English is his profession.
- İngilizce öğretmek onun mesleğidir.