çok çok

listen to the pronunciation of çok çok
Турецкий язык - Английский Язык
very much

Thanks very much for having me to dinner the other night. - Geçen gece beni akşam yemeğine götürdüğün için çok çok teşekkürler.

at most, at the very most
at (the) most
extra
(deyim) ever so much
dreadfully
so very
pek çok
very much

We didn't talk very much. - Biz pek çok konuşmadık.

çok yönlü
versatile

The programming language Java is highly versatile. - Programlama dili Java son derece çok yönlüdür.

Tom is quite versatile, isn't he? - Tom oldukça çok yönlü, değil mi?

çok
much

I was much frightened at the sight. - Ben görünce çok korktum.

I like coffee much more than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

çok önemli
(Hukuk) crucial

It's crucial for my girlfriend to be a hugger. - Kız arkadaşımın kucaklamayı seven biri olması çok önemli.

Tom made a crucial mistake. - Tom çok önemli bir hata yaptı.

en çok
most

Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world. - Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.

Where was I when I needed myself most? - Kendime en çok ihtiyacım olduğunda neredeydim?

çok fazla
too much

You must not eat too much ice-cream and spaghetti. - Çok fazla dondurma ve spagetti yememelisin.

I have too much homework today. - Bugün, çok fazla ödevim var.

çok korkutmak
terrify
az çok
more or less

She's more or less my age. - O az çok benim yaşımda.

Tom was able to live a more or less normal life after the operation. - Tom operasyondan sonra az çok normal bir hayat yaşayabildi.

çok önemli
vital

She's vital to the mission. - O görev için çok önemlidir.

It's absolutely vital that we get to Tom Jackson's office by 2:30. - 2.30'a kadar Tom Jackson'ın ofisine gitmemiz kesinlikle çok önemlidir.

çok
many

You know many interesting places, don't you? - Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?

Indonesia consists of many islands and two peninsulas. - Endonezya çok fazla adadan ve iki yarımadadan oluşur.

çok
very

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

Understanding you is really very hard. - Seni anlamak gerçekten çok zor.

çok komik
very funny

Her hat looked very funny. - Onun şapkası çok komik görünüyordu.

I think that was very funny. - Sanırım o çok komikti.

çok istemek
crave
çok
fair

That's not very fair, is it? - Bu çok adil değil, değil mi?

Tom became fairly fluent in French after about three years of intense study. - Yaklaşık üç yıl süren yoğun çalışmadan sonra Tom Fransızcada çok akıcı oldu.

çok
good

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

She's a very good teacher. - O çok iyi bir öğretmendir.

çok çirkin
outrageous

What Tom said was outrageous. - Tom'un söylediği çok çirkindi.

en çok
maximum
çok istenen şey
prize
çok miktar
muckle
çok soğuk
freezing

It's freezing out here. - Burada dışarısı çok soğuk.

It's freezing in here. - Burada hava çok soğuk.

çok yaşa
bless you!
çok
ample
çok
affluent
çok
a lot

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

He caused his parents a lot of anxiety. - Ailesini çok endişelendirdi.

çok
abundant

Very large windows assure abundant natural daylight. - Çok büyük pencereler bol doğal gün ışığı sağlar.

Oil is abundant in that country. - Şu ülkede petrol çoktur.

padişahım çok yaşa
Long live the sultan
çok
plenty

Tom certainly had plenty of opportunities to go to concerts while he was in Boston. - Tom Boston'da iken konserlere gitmek için kesinlikle çok fırsatı oldu.

Tom should have plenty of time. - Tom'un çok zamanı olmalı.

az çok
somewhat
az çok
moderately
daha çok
mostly

This substance is mostly composed of hydrogen and oxygen. - Bu madde, daha çok hidrojen ve oksijenden oluşur.

daha çok parlamak
outshine
en çok
chiefly

This book is chiefly concerned with the effects of secondhand smoking. - Bu kitap en çok pasif içiciliğin etkileriyle ilgilenmektedir.

en çok
most, at (the) most
güzel (çok)
beautiful
oldukça çok
a great deal

I owe him a great deal. - Ona oldukça çok borçluyum.

Tom travels a great deal. - Tom oldukça çok seyahat eder.

pek çok
voluminous
çok
lavish

Tom lives a very lavish lifestyle. - Tom çok savurgan bir yaşam tarzı sürdürüyor.

çok
exuberant

I was very exuberant. - Ben çok hayat doluydum.

çok
lots of

In Venice, there are always lots of tourists. - Venedik'te her zaman çok turist vardır.

Listening to music is lots of fun. - Müzik dinlemek çok eğlenceli.

çok
plenteous
çok
helluva
çok
abounding
çok
so much

I had no idea that Tom knew so much about zebras. - Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.

You must not depend so much on others. - Diğerlerine çok fazla bağımlı olmamalısın.

çok
numerous

Numerous stars were visible in the sky. - Gökyüzünde çok sayıda yıldız görünüyordu.

The king had numerous illegitimate children with her. - Kralın ondan çok sayıda gayrımeşru çocuğu vardı.

çok
piping
çok
countless

He spent countless hours preparing for the test. - Teste hazırlanmak için çok saatler harcadı.

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

çok
hearty
çok
dead

I am dead tired from walking around all day. - Bütün gün yürümekten çok yoruldum.

I'm not sure, but perhaps Tom is already dead. - Emin değilim ama belki de Tom çoktan öldü.

çok az
slightly

I'm slightly worried about Tom. - Tom hakkında çok az endişeliyim.

Tom sounded slightly jealous. - Tom çok az kıskanç görünüyordu.

çok büyük sayıda
myriad
çok daha fazla
much more
çok dikkatli
meticulous
çok dil bilen
multilingual
çok etkili şey
blockbuster
çok geçmeden
before long

According to the weather forecast, the rainy season will set in before long. - Hava tahmini göre, yağışlı mevsim çok geçmeden başlayacak.

Spring will be here before long. - Bahar çok geçmeden burada olacak.

çok hücreli
multicellular
çok ince kumaş
zephyr
çok istemek
aspire
çok istemek
covet
çok kötü
terrible

Smoking is terrible for your health. - Sigara içmek sağlığınız için çok kötüdür.

I think something terrible has happened to Tom. - Sanırım Tom'a çok kötü bir şey oldu.

çok kötü
(Gıda) very bad

His behavior, as I remember, was very bad. - Onun davranışı, benim hatırladığım gibi, çok kötüydü.

Tom has a very bad reputation around town. - Tom şehrin civarında çok kötü bir üne sahiptir.

çok kötü durumda
at a low ebb
çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
çok yönlü
well-rounded

Tom is a well-rounded person. - Tom çok yönlü bir kişi.

Tom is a well-rounded individual. - Tom çok yönlü bir birey.

çok yıllık
perennial
çok zayıf
skinny

Why are you so skinny? - Neden bu kadar çok zayıfsın?

çok çalıştırmak
overwork
çok ısınmak
overheat
daha çok
more

I love you more than him. - Seni ondan daha çok seviyorum.

Humility often gains more than pride. - Alçak gönüllülük çoğunlukla kibirden daha çok yükseltir.

çok
plentiful

A buyers' market is a market in which goods are plentiful, buyers have a wide range of choices, and prices are low. - Bir alıcı piyasası malların bol olduğu, alıcıların çok çeşitli seçimlere sahip olduğu, ve fiyatların düşük olduğu bir piyasadır.

çok
bloody
çok
lot

Japan consumes a lot of paper. - Japonya, çok fazla kâğıt tüketmektedir.

She likes her school a lot. - O okulunu çok seviyor.

çok
innumerable
çok
heavy

The bag was too heavy for me to carry by myself. - Çanta benim tek başıma taşıyamayacağım kadar çok ağırdı.

It's good now; neither too heavy nor too light. - O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.

çok
like hell
çok
deadly

Layla was a very deadly woman. - Leyla çok ölümcül bir kadındı.

çok giyilmiş
worn
çok güzel kız
peach
çok
big

It's very big of you to admit you're wrong. - Hatalı olduğunuzu kabul ettiğiniz için çok büyüksünüz.

Those shadows appeared in a way like giant dinosaurs, with a long neck and a very big jaw without teeth. - Bir bakıma uzun boyunlu ve dişsiz çok büyük çenesi olan dev dinozorlar gibi şu görüntüler ortaya çıktı.

çok
hell of
çok
badly

I am very much surprised to hear that he got badly injured in a motorcar accident. - Ben onun bir otomobil kazasında kötü yaralandığını duyunca çok şaşırdım.

The bread is cutting badly because it's very soft. - Ekmek çok yumuşak olduğu için zor kesiliyor.

(pek) çok
far
(pek) çok
plenty
-i çok özlemek
hunger for
ahlak açısından çok titiz
squeamish
birden çok
multiple

Tom was shot multiple times. - Tom birden çok kez vuruldu.

I prefer learning multiple languages at the same time. - Aynı anda birden çok dil öğrenmeyi tercih ediyorum.

birden çok
poly-
birden çok
multi

I prefer learning multiple languages at the same time. - Aynı anda birden çok dil öğrenmeyi tercih ediyorum.

Tom has multiple talents. - Tom'un birden çok yeteneği vardır.

birden çok bağlantı
(Bilgisayar) multilink
birden çok dil
(Bilgisayar) multilingual
birden çok kullanıcı
(Bilgisayar) multiple users
birden çok olan
(Ticaret) multiple
birden çok yavru doğurmak
litter
bire çok
(Bilgisayar) one to many
bol (çok)
copious
daha (çok)
more
daha çok
superior
daha çok
any more

I don't think any more students want to come. - Daha çok öğrencinin gelmek istediğini sanmıyorum.

I don't like pizza any more than I like spaghetti. - Ben pizzayı spagettiyi sevdiğimden daha çok sevmiyorum.

daha çok
mainly

I got together with her mainly because we seemed to share the same feelings about things. - Daha çok şeyler hakkında aynı hisleri paylaşıyor gibi göründüğümüzden onunla anlaşmaya vardım.

During the presentation the speaker talked mainly about gender inequality. - Sunumda konuşmacı daha çok cinsiyet eşitsizliğinden bahsetti.

daha çok
further

His new job further separates him from his family. - Onun yeni işi onu ailesinden daha çok ayırıyor.

Apply to the office for further details. - Daha çok bilgi için ofise başvurun.

daha çok
better

I like coffee better than tea. - Kahveyi çaydan daha çok seviyorum.

I like vocal music better than instrumental music. - Ben vokal müziği enstrümantal müzikten daha çok severim.

daha çok
more of a

Tom is more of a singer than a guitarist. - Tom bir gitaristten daha çok birşarkıcıdır.

devasa ve çok çirkin
monstrous
devasa ve çok çirkin şey
monstrosity
hayat çok kısa
life is too short
kendinden çok emin
self-assertive
kendine çok güvenen
self-assertive
mümkün olduğu kadar çok
as much as possible
nazik ve çok anlayışlı
tactful
pek çok
plenty

I know that plenty of guys want to go out with you. - Pek çok çocuğun seninle dışarı çıkmak istediğini biliyorum.

We consulted plenty of people. - Pek çok insana danıştık.

pek çok
a raft of
pek çok
no end
pek çok
plenty of

We consulted plenty of people. - Pek çok insana danıştık.

I know that plenty of guys want to go out with you. - Pek çok çocuğun seninle dışarı çıkmak istediğini biliyorum.

pek çok
most

What do most young Italian girls spend their time doing? - Pek çok genç İtalyan kızı zamanlarını ne yaparak geçiriyor?

If you look from afar, most things will look nice. - Uzaktan bakıldığında pek çok şey hoş görünecektir.

pek çok
greatly
pek çok
a areal quantity of
pek çok
copious
pek çok
a good number of
pek çok
enormously
pek çok
a great deal of

I have a great deal of work to do. - Yapacak pek çok işim var.

pek çok
a good deal
pek çok
countless

Countless lives have been lost. - Pek çok hayat kayboldu.

I've been to Boston countless times. - Pek çok kez Boston'a gittim.

pek çok
(Konuşma Dili) a whole lot of

This doesn't make a whole lot of sense. - Bu pek çok anlam ifade etmiyor.

Tom doesn't have a whole lot of time. - Tom'un pek çok zamanı yoktu.

pek çok
multitudinous
pek çok
too much

Lots of children in industrialised countries are too fat because they eat too much candy. - Endüstrileşmiş ülkelerdeki pek çok çocuk çok fazla şeker yemesi nedeniyle çok şişman.

pek çok
highly
pek çok
a world of
pek çok
galore
pek çok
a whole of
pek çok
a spate of
pek çok
far
pek çok
vast
pek çok
numerous
pek çok
deluge
pek çok defa
quite a bit
pek çok defa
quite a lot
pek çok işe yarayan
all-purpose
pek çok ve çeşitli
manifold
pek çok yeteneği olan
all-around
seni çok seviyorum
i love you so much
seni çok seviyorum
i love you very much
seni çok özledim
i miss you so much
seni çok özledim
i miss you very much
yeteri kadar çok
substantially
yıldızı çok olan
starry
çok
tremendously

You speak tremendously fast. - Çok hızlı konuşuyorsun.

It hurts tremendously here. - Burası çok fazla ağrıyor.

çok
eminently
çok
teem
çok
high

It's high time you had a haircut. - Saç tıraşı olmanın zamanı çoktan geldi.

The price of this car is very high. - Bu arabanın fiyatı çok yüksek.

çok
whaling
çok
horrible

Their performance that year was horrible. - Bu yılki performansları çok berbattı.

You must feel horrible. - Kendini çok berbat hissediyor olmalısın.

çok
extreme

Difference between the past, present, and future is nothing but an extremely widespread illusion. - Geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki ayrım sadece çok yaygın yanılsamadan başka bir şey değildir.

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

çok
dearly

Tom loved his mother dearly. - Tom annesini çok sevdi.

çok
(Argo) heaps
çok
substantially
çok
myriad

There are a myriad of meats at the deli on the corner of Fifth and Harvey Street. - Beşinci Cadde ve Harvey Caddesinin köşesindeki şarküteride çok et vardır.

çok
a great number of

A great number of students battled for freedom of speech. - Çok sayıda öğrenci konuşma özgürlüğü için savaştı.

There are a great number of schools in this city. - Bu şehirde çok sayıda okul vardır.

çok
exceedingly
çok
uncommonly
çok
a great many

A great many tourists visit Kyoto in spring. - Baharda pek çok turist Kyoto'yu ziyaret eder.

A perfect knowledge of a few writers and a few subjects is more valuable than a superficial one of a great many. - Birkaç yazar ve birkaç konuyla ilgili mükemmel bir bilgi birçoklarıyla ilgili yüzeysel olan birinden çok daha değerlidir.

çok
by far

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha fazla ilginç.

This novel is by far more interesting than that one. - Bu roman ondan çok daha ilginç.

çok
(Denizbilim) multy
çok
so
çok
bounteous
çok
sore

I have a sore throat because of too much smoking. - Çok fazla sigara içtiğim için boğazım ağrıyor.

If you eat too much of this food, you may get a sore throat. - Bu yiyeceği çok fazla yersen boğazın ağlayabilir.

çok
multiple

The test was multiple choice. - Test çoktan seçmeliydi.

Tom has multiple talents. - Tom'un birden çok yeteneği vardır.

çok
round

It is very cold here all the year round. - Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.

Mary adores her baby's cute, round face. - Mary bebeğinin sevimli, yuvarlak yüzünü çok seviyor.

çok
profoundly
çok
a raft of
çok
jelly

I like grape jelly best. - En çok üzüm jölesinden hoşlanırım.

Tom ate too many jelly donuts. - Tom çok sayıda jöleli börek yedi.

çok
manifold
çok
in earnest

It began to rain in earnest. - Çok yağmur yağmaya başladı.

çok
killing
çok
long

This survey is too long to finish quickly. - Bu araştırma hızlı bir şekilde bitiremeyecek kadar çok uzun.

Well, the night is quite long, isn't it? - Güzel, gece çok uzun, değil mi?

çok
numerously
çok
a good deal

He looks a good deal better today. - O, bugün çok daha iyi görünüyor.

He feels a good deal better than yesterday. - Düne göre çok daha iyi hissediyor.

çok
extensive

The damage is too extensive. - Zarar çok geniş çaplıdır.

çok
far

To take something too far. - Bir şey alamayacak kadar çok uzak.

Jane's farewell speech made us very sad. - Jane'in veda konuşması bizi çok üzdü.

çok
extremely

Tom and his brothers are extremely close. - Tom ve erkek kardeşleri çok yakındır.

You seem to be extremely lazy. - Çok tembel görünüyorsun.

çok
several

There were several stars to be seen in the sky. - Gökyüzünde görülen çok sayıda yıldızlar vardı.

Several slight shocks followed the earthquake. - Depremi çok sayıda hafif şoklar izledi.

çok
a world of

A good night's sleep will do you a world of good. - İyi bir gece uykusu sana çok iyi gelecek.

çok
darned
çok
hard

It's too hard for me. - Bu benim için çok zordu.

She is a student who studies very hard. - O çok çalışan bir öğrencidir.

çok
infinitely

I have much studied both cats and philosophers. The wisdom of cats is infinitely superior. - Hem kedileri hem de filozofları çok inceledim. Kedilerin bilgeliği son derece üstündür.

Life would be infinitely happier if we could only be born at the age of eighty and gradually approach eighteen. - Sadece seksen yaşında doğabilseydik ve yavaş yavaş on sekiz yaşına varabilseydik, yaşamımız çok daha mutlu olurdu.

çok
uprising

The uprising was brutally suppressed. - İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.

çok
abysmal
çok
most

It isn't a surprise that English is the world's most spoken language. - Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.

Mumbai is the most populous city in India and the second most populous city in the world. - Bombay, Hindistan'ın en çok nüfusa sahip şehridir ve dünyadaki ikinci en çok nüfusa sahip şehirdir.

çok
unduly
çok
right

You may be right, but we have a slightly different opinion. - Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.

Tom looks like he's too tired to help us right now. - Tom şu anda bize yardım edemeyecek kadar çok yorgun görünüyor.

çok
per-
çok
along with a lot
çok
thick on the ground
çok
multi-

The fountain is lit with multi-colored lights. - Çeşme çok renkli ışıklarla aydınlatılıyor.

Tatoeba is a multi-language dictionary. - Tatoeba çok dilli bir sözlüktür.

çok dar (giysi)
skintight
çok derin deniz
abyssal
çok düzenli
precisely
çok düzenli
smoothly
çok düzenli
like clockwork
çok düzenli bir şekilde
in apple-pie order
çok geç
at all hours
çok geç
too late

It is too late to repent. - Tövbe etmek için çok geç.

The order came too late. - Sipariş çok geç geldi.

çok geç olmadan
before it's too late
çok güvenilir
as good as gold
çok güvenmek
swear by
çok güzel
admirable
çok güzel
very good

Very good! You did an excellent job. - Çok güzel!Çok başarılı bir iş çıkardın.

This smells very, very good. - Bu çok, çok güzel kokuyor.

çok güzel
terrific
çok güzel
spiffy
çok güzel
very beautiful

Do you think that brown hair is very beautiful? - Kahverengi saçın çok güzel olduğunu düşünüyor musun?

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

çok güzel
adorable

Aren't they adorable? - Onlar çok güzel değil mi?

She is an adorable woman. - O çok güzel bir kadın.

çok güzel
super
çok güzel
(Argo) going off
Турецкий язык - Турецкий язык
En çok, en son, olsa olsa
çok
Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı: "Bana matematik çok kolay geldi."- F. R. Atay
Английский Язык - Турецкий язык

Определение çok çok в Английский Язык Турецкий язык словарь

çok programlı lise
Multi-programme high school