She is struggling helplessly.
- O çaresizce mücadele ediyor.
Tom smiled helplessly.
- Tom çaresizce gülümsedi.
Can a cup of tea remedy anything?
- Bir fincan çay her şeye çare olabilir mi?
I have a remedy for that.
- Bunun için bir çarem var.
Let's try and find a cure.
- Deneyelim ve bir çare bulalım.
Scientists haven't found a cure for cancer yet.
- Bilim adamları henüz kanser için bir çare bulmadılar.
She is struggling helplessly.
- O çaresizce mücadele ediyor.
Without him, I would be helpless.
- O olmazsa, çaresiz kalırım.
She is thinking of suing as a last resort.
- O, son çare olarak dava açmayı düşünüyor.
When only death remains, the last resort is to beg for food.
- Sadece ölüm kaldığında, son çare yiyecek için yalvarmaktır.
You should not resort to drinking.
- İçkiye son çare olarak başvurmamalısın.
There's only one way to find out how to do that. Ask Tom.
- Bunun nasıl yapılacağını öğrenmek için yalnız bir çare var. Bunu Tom'a sor.
I guess I have no choice but to work out now.
- Şimdi çalışmaktan başka çarem yok sanırım.
Unfortunately, we have no choices but a certain buffer zone
- Maalesef, keskin bir tampon bölgeden başka çaremiz yok.
I guess I have no choice but to work out now.
- Şimdi çalışmaktan başka çarem yok sanırım.
Tom said he was desperate to find a solution.
- Tom bir çözüm bulmak için çaresiz olduğunu söyledi.