çaresiz

listen to the pronunciation of çaresiz
Турецкий язык - Английский Язык
desperate

She's starting to feel desperate. - Kendini çaresiz hissetmeye başlıyor.

Tom was truly desperate. - Tom gerçekten çaresizdi.

helpless

She is struggling helplessly. - O çaresizce mücadele ediyor.

Tom felt completely helpless. - Tom tamamen çaresiz hissetti.

inevitable
despairing
used to indicate the unavoidable nature of an action: Çaresiz gittim. I had no choice but to go
remediless
without means
helpless, without means; irreparable, incurable; inevitably
irreparable
(problem, situation) for which no solution or remedy exists or seems to exist, desperate
1.incurable (disease)
incurable

According to Tom's doctors, his condition is incurable. - Tom'un doktorlarına göre onun durumu çaresiz.

She suffers from an incurable disease. - O, çaresiz bir hastalıktan muzdarip.

past retrieve
irremediable
shiftless
past cure
irredeemable
(someone) who is in desperate straits
beyond retrieve
(deyim) bound hand and foot
(deyim) tied hand and foot
high and dry
necessary

I wouldn't have asked you to come if I weren't absolutely necessary. - Kesinlikle çaresiz olmasaydım senden gelmeni istemezdim.

imperious
naked
{s} powerless
cure
çare
remedy

I have a remedy for that. - Bunun için bir çarem var.

Your only remedy is to go to the law. - Tek çareniz hukuka başvurmak.

çare
cure

There's a cure for everything, except death. - Ölüm dışında her şey için bir çare vardır.

Scientists haven't found a cure for cancer yet. - Bilim adamları henüz kanser için bir çare bulmadılar.

çaresiz bırakmak
to render helpless
çaresiz kalmak
to find no way out
çaresiz kalmak
to be in desperate straits
çare
{i} help

Without him, I would be helpless. - O olmazsa, çaresiz kalırım.

She is struggling helplessly. - O çaresizce mücadele ediyor.

çare
{i} resort

She is thinking of suing as a last resort. - O, son çare olarak dava açmayı düşünüyor.

He borrowed some money from his father as a last resort. - O, son çare olarak babasından ödünç para aldı.

çare
aid
çare
{i} redress
kimsesiz ve çaresiz kalmış
high and dry
çare
resort to

You should not resort to drinking. - İçkiye son çare olarak başvurmamalısın.

çare
out

I need to figure something out. - Hal çaresine bakmam gerekiyor.

I want you to figure that out. - Çaresine bakmanı istiyorum.

çare
choice

I guess I have no choice but to work out now. - Şimdi çalışmaktan başka çarem yok sanırım.

Tom had no choice but to give Mary what she asked for. - Tom'un onun istediğini Mary'ye vermekten başka çaresi yoktu.

çare
shift
çare
solution

Tom said he was desperate to find a solution. - Tom bir çözüm bulmak için çaresiz olduğunu söyledi.

çare
expedient
çare
resource
çare
means
'auszihtslo:s çaresiz, umutsuz
'Auszihtslo: 's helpless, hopeless
çare
relief
çare
medium
çare
antidote
çare
obviation
çare
curative
çare
way out
çare
healer
çare
way, means, expedient; remedy, cure, help
çare
expediency
çare
egress
çare
expedience
çare
corrective
çare
alternative
Турецкий язык - Турецкий язык
İster istemez
Çaresi bulunmayan, onulmaz. Çare bulamayan (kimse), biçare: "Viranelerde yemek için ot toplayan kimsesiz kadınlarla konuştu."- Ö. Seyfettin. İster istemez: "Bu olmayınca da işi çaresiz komisyonculuğa dökmüştü."- H. Taner
Çare bulamayan (kimse), bîçare
Çaresi bulunmayan, onulmaz
umarsız
(Hukuk) NAÇAR
devasız
ÇÂRE
(Osmanlı Dönemi) Hile
Çare
(Osmanlı Dönemi) KOMBİNEZON
Çare
(Osmanlı Dönemi) HİLE
Çare
(Osmanlı Dönemi) SURET
Çare
umar
Çare
merhem
ÇÂRE
(Osmanlı Dönemi) f. Neticeye varmak üzere maniaları kaldırmak için tutulması icabeden çıkar yol. Kurtuluş yolu. Tedbir, yardım, yol
ÇÂRE
(Osmanlı Dönemi) Ayrılık
ÇÂRE
(Osmanlı Dönemi) Bir def'a
çare
Bir sonuca varmak, ortadaki engelleri kaldırmak için tutulması gereken yol, çıkar yol, çözüm yolu: "Sonra aklına daha emin bir çare gelmiş gibi ters yüzü geri döndü."- Y. K. Karaosmanoğlu
çare
çıkar yol, çözüm yolu
çare
Bir şeyi önleme, tedavi yolu, deva
çare
Bir sonuca varmak, ortadaki engelleri kaldırmak için tutulması gereken yol, çıkar yol, çözüm yolu
çaresiz
Избранное