(bir)

listen to the pronunciation of (bir)
Английский Язык - Турецкий язык
kıskaç gözlük pince-nez
birini bir yere bırakmak
Drop someone to somewhere
Английский Язык - Английский Язык

Определение (bir) в Английский Язык Английский Язык словарь

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
Турецкий язык - Английский Язык

Определение (bir) в Турецкий язык Английский Язык словарь

bir kere
once

I met your father once. - Bir keresinde babanla karşılaştım.

Tom hates it when Mary asks him to explain the same thing more than once. - Mary ondan aynı şeyi bir kereden fazla açıklamasını istediğinde, Tom bundan nefret ediyor.

bir zamanlar
once upon a time

Once upon a time, there was a bad king in England. - Bir zamanlar İngiltere'de kötü bir kral vardı.

Once upon a time there was a poor man and a rich woman. - Bir zamanlar yoksul bir adam ve zengin bir kadın vardı.

bir daha
once more
beklenmedik bir para
windfall
bir kez daha
once more

Explain it once more, Jerry. - Onu bir kez daha açıkla, Jerry.

Please say it once more. - Lütfen onu bir kez daha söyleyin.

düzgün bir şekilde
properly

Tom knew how to properly dispose of motor oil and never dumped it down the storm drain. - Tom motor yağını nasıl düzgün bir şekilde atacağını ve asla rögara atmadığını biliyordu.

I like things done properly. - Düzgün bir şekilde yapılan işleri severim.

bir kez
once

When he was a student, he went to the disco only once. - Öğrenci olduğu zamanlar diskoya sadece bir kez gitti.

Stir once every fifteen minutes. - Her on beş dakikada bir kez karıştırın.

bir araya getirmek
gather
bir defada alınan miktar
batch
bir sürü
lots of

Mr Miyake showed me lots of places during my stay in Kurashiki. - Bay Miyake Kurashiki'de kaldığım sırada bana bir sürü yer gösterdi.

There were lots of people at the concert. - Konserde bir sürü insan vardı.

uygun bir şekilde
properly

An American Indian is more properly called a Native American. - Bir Amerikalı Kızılderili daha uygun bir şekilde Yerli Amerikalı olarak bilinir.

We're going to do it properly. - Biz onu uygun bir şekilde yapacağız.

bir kez daha
once again

Could you please repeat it once again? - Lütfen onu bir kez daha tekrarlar mısın?

She was late once again. - Bir kez daha geç kalmıştı.

basit bir şekilde
simply
beklenmedik bir şekilde
unexpectedly
nazik bir şekilde
gently
bir anlık
momentary
bir daha
again

Tom said that nothing like that would ever happen again. - Tom öyle bir şeyin bir daha asla olmayacağını söyledi.

Please do that again. - Lütfen onu bir daha yap.

son bir çaba göstermek
spurt
(bir işte) yan çizmek
evade
(bir yer)den
from
(bir yerde) yetişmek
range
bir şey
anything

Don't you have anything smaller than that? - Ondan daha küçük herhangi bir şeyin yok mu?

Let me know if you are in need of anything. - Eğer bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun.

her bir
each

The tickets are 1,000 yen each. - Biletlerin her biri 1.000 yen.

The president appointed each man to the post. - Genel müdür her bir adamı görevine atadı.

bir
single

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

bir süre
for a while

He stood there for a while. - O, bir süre orada durdu.

For a while she did nothing but stare at me. - Bir süre bana bakmaktan başka bir şey yapmadı.

bir tarafa
aside

They set aside her objections. - Onun itirazlarını bir tarafa bıraktılar.

katı bir biçimde
strictly
insanı kamçılayan bir durum
challenge
bir yıl yaşayan bitki
annual
herhangi bir
certain

I met her on a certain winter day. - Herhangi bir kış gününde ona rastladım.

I'm not certain about anything. - Herhangi bir şey hakkında emin değilim.

bir tek
only

The question can only be interpreted a single way. - Sorun sadece bir tek şekilde yorumlanabilir.

A unicycle has only one wheel. - Tek tekerlekli bir bisikletin sadece bir tekeri vardır.

bir
uni
bir iş için gönderme
errand
bir kenara
aside

The man shoved her aside. - Adam onu bir kenara itti.

Tom laid the book aside and looked up. - Tom kitabı bir kenara koydu ve yukarı baktı.

bir kenara koymak
set aside
bir yığın
heap
on bir
eleven

Since 1990, eleven female students received the award. - 1990'dan beri, on bir bayan öğrenci ödülü aldı.

Since 1990, eleven female students received the award. - 1990'dan beri on bir kız öğrenci ödül aldı.

yumuşak bir biçimde
gently

She laid the child down gently. - O, çocuğu yumuşak bir biçimde yere yatırdı.

bir
un
bir kenara
by
sade bir şekilde
simply

Would you please explain it more simply? - Lütfen onu daha sade bir şekilde açıklar mısın?

bir merkezden yayılmak
radiate
bir ayağı çukurda
decrepit
bir
one person or thing
bir tutmak
identify
Britanya'nın bir kontluğu
Somerset
aklı bir karış havada
flighty
arada bir
from time to time, now and then
arada bir
(every) now and then, occasionally, once in a while, now and then
başka bir
another
berbat bir şekilde
badly

The badly burnt pilot was still in the cockpit. - Berbat bir şekilde yanmış pilot hâlâ pilot kabinindeydi.

He badly exaggerated his ability to achieve a breakthrough. - O bir atılımı gerçekleştirmek için yeteneğini berbat bir şekilde abarttı.

beşte bir
one fifth
bilinçli bir şekilde
consciously
bir
alone
bir an için
momentarily

Tom was momentarily silent. - Tom bir an için sessizdi.

Tom left Mary and John alone momentarily. - Tom bir an için Mary ve John'u yalnız bıraktı.

bir ara
some time or other
bir araya gelmek
come together
bir araya gelmek
cluster
bir başkasıyla aynı amaca hizmet eden kişi
(Hukuk) counterpart
bir bir
one by one

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir garip hikayelerini anlattı.

One by one, the members told us about their strange experience. - Üyeler bir bir enteresan hikayelerini anlattı.

bir daha gözden geçirmek
revise
bir dahaki
next

Next time you come to see me, I will show you the book. - Bir dahaki sefere beni görmeye geldiğinde, sana kitabı göstereceğim

Next time you'll pay for it! - Bir dahaki sefere bunun bedelini ödersin!

bir deri bir kemik
skinny
bir deri bir kemik
emaciated
bir deri bir kemik
rawboned
bir gecelik
overnight

It was an overnight sensation. - Bu bir gecelik heyecandı.

I am planning to make an overnight trip to Nagoya. - Nagoya'ya bir gecelik gezi yapmayı planlıyorum.

bir ihtimal
perchance
bir ihtimal
perhaps

Could you perhaps translate that for me? - Bir ihtimal bunu benim için çevirir misin?

bir kararın veya bir hareketin olası etkisi
(Hukuk) implication
bir kez
one time

I have been to Kyoto one time. - Bir kez Kyoto'da bulundum.

I've been to Canada one time. - Kanada'da bir kez bulundum.

bir konu hakkında genel tanıtım yapmak
(Hukuk) to introduce
bir müddet
awhile, for a while
bir nebze
a little bit
bir sefer
one time

How many books can I take out at one time? - Ben dışarıya bir seferde kaç tane kitap alabilirim?

The clinic allowed only two visitors per patient at any one time. - Klinik, bir seferde hasta başına iki ziyaretçiye izin verdi.

bir seferde
at a time

Do one thing at a time. - Bir seferde bir şey yapın.

He carried six boxes at a time. - O, bir seferde altı kutu taşıdı.

bir sonra
next

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

You are the next in line for promotion. - Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.

bir sonraki
next

When is the next guided tour? - Bir sonraki rehberli tur saat kaçta?

You are the next in line for promotion. - Tanıtım sırasında bir sonraki kişisin.

bir sorunu enine boyuna incelemek
(Hukuk) deliberation
bir süre
awhile, for a time
bir süre
awhile

We're going to have good weather for awhile. - Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.

I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile. - Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.

bir süre sonra
in time
bir tür elma
russet
bir türlü
in no way
bir türlü
in one way or another
bir türlü
just as bad
bir yazıyı gözden geçirip düzeltmek
(Hukuk) revise
bir yerde
somewhere

He lives somewhere about here. - O, burada bir yerde yaşıyor.

He lives somewhere around the park. - O, parkın civarında bir yerde yaşıyor.

bir yere götürmek
take someone off
bir yere götürmek
take something off
bir yıllık bitki
annual
bir zamanlar
once

I have seen him once on the train. - Onu bir zamanlar trende gördüm.

I met him once when I was a student. - Bir zamanlar bir öğrenci iken onunla tanıştım.

bir şey değil
not at all

This is not at all what Tom expected. - Bu hiç de Tom'un beklediği bir şey değil.

bir şeye çözüm bulmak
sort something out
ciddi bir şekilde
severely

Dan was severely beaten by prison guards. - Dan cezaevi gardiyanları tarafından ciddi bir şekilde dövüldü.

The food on this cruise made me severely constipated. - Bu gemi yolculuğundaki yiyecek beni ciddi bir şekilde kabız etti.

derin bir nefes alma
sigh
derin bir nefes alma
sigh of relief
değişik bir meslek için eğitmek
retrain
dikkatli bir şekilde
rigorously
dinç bir şekilde
vigorously
harika bir biçimde
awesomely
her (bir)
every
iki haftada bir olan
biweekly
iyi bir yere saklamak
stash
içi dışı bir
genuine
kendini bir şey sanan
self righteous
kendini bir şey sanan önemsiz tip
pipsqueak
komik bir şekilde
ridiculously
kusursuz bir şekilde
flawlessly
kırk yılda bir
seldom

He seldom, if ever, reads a book. - Nadiren, kırk yılda bir, bir kitap okur.

She seldom, if ever, goes out after dark. - O, nadiren, kırk yılda bir, karanlık çöktükten sonra dışarı çıkar.

mükemmel bir şekilde
flawlessly
orakla bir defada biçilen yer
swath
sakin bir biçimde
quietly
sevimli bir biçimde
endearingly
size uygun gelen bir zamanda
at your convenience
suçsuz bir şekilde
innocently
tutumlu bir şekilde
economically
uygun bir biçimde
seemly
yerle bir etmek
raze
yumuşacık bir şekilde
smoothly
zorlayıcı bir şekilde
(Hukuk) drastically
çarpıcı bir biçimde
conspicuously
bir hayli
many

He received a good many letters this morning. - O, bu sabah bir hayli mektup aldı.

We have many members. - Bir hayli üyemiz var.

bir kenara bırakmak
put away
bir takım
several

Several houses were damaged in the last storm. - Son fırtınada bir takım evler hasar gördü.

A combination of several mistakes led to the accident. - Bir takım hataların birleşimi kazaya neden oldu.

bir türlü
somehow
herhangi bir şey
anything

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

I am not frightened of anything. - Herhangi bir şeyden korkmam.

kararlı bir şekilde
firmly

I shall never forgive Gilbert Blythe, said Anne firmly. - Anne kararlı bir şekilde Gilbert Blythe'ı asla affetmeyeceğim dedi.

içi dışı bir
sincere
-ecek bir şekilde
so as to
adil bir şekilde
justly
adil bir şekilde
impartially
adil bir şekilde
fairly
adil bir şekilde davranmak
do justice
ancak ufak bir grupça bilinen
esoteric
aptal bir şekilde
witlessly
arada bir
occasionally
arada bir
from time to time
arada bir
now and then

Every now and then, we eat out. - Arada bir dışarıda yeriz.

Now and then she plays tennis. - O, arada bir tenis oynar.

arada bir
every now and again
arada bir
every so often

I play golf every so often. - Arada bir golf oynarım.

arada bir
(deyim) few and far between
arada bir
at times

He gets tough at times. - O arada bir saldırganlaşır.

atlamak (bir şeye tutunarak)
swing
basamak bir
(Bilgisayar) digit one
başka bir yere göndermek
send away
belirgin bir fark
a marked difference
belirgin bir şekilde
prominently
belirsiz bir miktar
some
belirsiz bir sayı
(Matematik) n
belli bir oranda
a certain extent
belli bir tip
standard
benzersiz bir şekilde
incomparably
berbat (bir durum)
abject
berbat bir halde olan
wretched
berbat bir şekilde
terribily
bereketli bir biçimde
productively
beyhude bir arayış
wild-goose chase
bilinçli bir şekilde
facultatively
bin bir
great many
bin bir
numerous
binde bir
very rarely
binde bir
(Bilgisayar) milli-
bini bir paraya
a lot of
bini bir paraya
lots of
bini bir paraya
many
bir
uni-
bir
one and the same
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
once
bir
just
bir
if only
bir amaca yönelik
purposeful
bir an önce
right away

Why did you put the chicken in such a difficult place to get when you knew that I wanted to use it right away? - Bir an önce onu kullanmak istediğimi bildiğin halde niçin tavuğu böyle alması zor bir yere koydun?

Tom says he wants to get married right away. - Tom bir an önce evlenmek istediğini söylüyor.

bir an önce
forthwith
bir anlamı olmak
make sense
bir anlamı olmak
add up
bir anlamı olmak
have a meaning
bir araya gelmek
get together

Bill and John like to get together once a month to talk. - Bill ve John konuşmak için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

Bill and John like to get together once a month to chat. - Bill ve John sohbet etmek için ayda bir kez bir araya gelmekten hoşlanıyorlar.

bir bütün halinde
(Tıp) enblock
bir bütün olarak
in the aggregate
bir bütün olarak
as a whole
bir büyük
a grown up
bir de
and also
bir de
moreover
bir de
in addition to

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
and what's more
bir de
in addition

In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay. - Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.

bir de
and what is more

He is a great statesman, and what is more a great scholar. - O büyük bir devlet adamı ve bunun da ötesinde büyük bir bilgindir.

bir de
boot
bir de
also

Many people also considered him a madman. - Birçok kişi ayrıca onun bir deli olduğunu düşünüyordu.

This financial audit also includes an evaluation of the company's assets. - Bu mali denetim, aynı zamanda şirketin varlıklarının bir değerlendirmesini içerir.

bir de bana sor
tell me about it
bir dizi
a range of
bir dizi ...
a series of
bir dizi delikten biri
perforation
bir durumu düzeltmek
(Politika, Siyaset) remedy a situation
bir düz
knit one, purl one
bir hafta önce
one week ago
bir hafta önce
a week ago
bir işin üstesinden gelmek
be equal to
bir kere
begin with
bir kere
start with
bir kere daha
one more time
bir kere daha
encore
bir kere yaz
(Bilgisayar) write once
bir kere yazılır bellek
Write Once Read Many
bir kerede
in one go
bir kez
ever

They go to watch a play once every month. - Onlar her ay bir kez maç izlemeye giderler.

I promised my parents I would visit them at least once every three months. - Ebeveynlerime en az her üç ayda bir kez onları ziyaret edeceğime söz verdim.

bir kez
e'er
bir kez daha
on one occasion
bir kez daha
(deyim) once and again
bir kez daha
one more time

I'll say it one more time. - Bir kez daha söyleyeceğim.

Read it one more time, please. - Onu bir kez daha okuyun, lütfen.

bir kez sor
(Bilgisayar) ask once
bir kez yumurtlayan
(Denizbilim) semelparous
bir kez çalıştır
(Bilgisayar) run once
bir nevi
sort of

I sort of had a crush on Tom. - Ben bir nevi Tom'a aşık oldum.

bir olayı çözmek
(Argo) dope
bir seferde
in one go
bir seçim yapmak
make a choice
bir sorunu çözmek
sort something out