Every year I find myself at a different location.
- Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.
I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting.
- Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.
They set the time and place of the wedding.
- Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.
You know many interesting places, don't you?
- Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?
The doll lay on the floor.
- Bebek yerde yatıyordu.
I felt the floor shake.
- Yerin sallandığını hissettim.
I tripped over a stone and fell to the ground.
- Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
You're parked in my spot.
- Benim yerime park ettin.
Tom parked in his usual spot.
- Tom her zamanki yerine parketti.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
I can see the tower from where I stand.
- Durduğum yerden kuleyi görebiliyorum.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
His dog follows him wherever he goes.
- Köpeği her yerde onu gittiği yerden takip eder.
Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city.
- Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
The police looked everywhere and could find no trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.
You must fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmelisin.
Try to fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmeye çalış.
I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home.
- Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.
The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates.
- Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
Tom pointed to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.
I assume that at some point Tom will just give up.
- Sanırım Tom bir yerde vazgeçecektir.
The natives are scared of this place.
- Yerliler buradan korkuyorlar.
She's out there somewhere alone and scared.
- O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.
Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.
Tom met Mary in a local flea market.
- Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.
We couldn't find out her whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bulamadık.
We have no idea about his whereabouts.
- Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
The investigators gathered evidence from the crash site.
- Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.
Hey, have you ever seen a guy's privates before?
- Hey, sen hiç bir erkeğin mahrem yerlerini gördün mü?
There was room for one person in the car.
- Arabada bir kişilik yer vardı.
She made room for an old lady.
- O yaşlı bir bayana yer açtı.
Water covers about 70% of the earth.
- Su, yeryüzünün yaklaşık %70'ini kaplamaktadır.
The earth is where we all live.
- Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.
Tom showed up early so he could get a good seat.
- İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.
Tom saved Mary a seat.
- Tom Mary'ye bir yer ayırdı.
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
All the seating areas are taken.
- Tüm oturma yerleri tutulmuş.
There is a large parking lot in front of the station.
- İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.
He took the video to a local TV station.
- Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Tom was angry at Mary because she parked in his space.
- Tom Mary'ye onun yerine park ettiği için kızgındı.
Tom backed his car out of the parking space.
- Tom arabasını park yerinden çıkardı.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
Tom pointed to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.
All the seating areas are taken.
- Tüm oturma yerleri tutulmuş.
I live in a remote area.
- Uzak bir yerde yaşıyorum.
In the post office, mail is classified according to the place where it is to go.
- Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.
You must put up with your new post for the present. I'll find you a better place one of these days.
- Şu an için yeni görevinize katlanmalısın. Sana bugünlerden birinde daha iyi bir yer bulacağım.
All the players were in position.
- Bütün oyuncular yerlerindeydi.
What would you do if you were in my position?
- Yerimde olsan ne yaparsın?
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.