Tom could see Mary from where he stood.
- Tom durduğu yerden Mary'yi görebiliyordu.
Tom bought a piece of land not far from where Mary lives.
- Tom Mary'nin yaşadığı yerden uzakta olmayan bir parça arazi aldı.
I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting.
- Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.
Please tell me your location.
- Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.
I don't think television will take the place of books.
- Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.
They set the time and place of the wedding.
- Onlar düğünün zamanını ve yerini belirlediler.
It seems that the children will have to sleep on the floor.
- Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
The doll lay on the floor.
- Bebek yerde yatıyordu.
This park used to be a hunting ground for a noble family.
- Bu park asil bir aile için bir avlanma yeriydi.
I tripped over a stone and fell to the ground.
- Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
Tom parked in his usual spot.
- Tom her zamanki yerine parketti.
The police arrested the burglar on the spot.
- Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
Stand where you are or I'll kill you.
- Olduğun yerde kal yoksa öldürürüm.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
His dog follows him wherever he goes.
- Köpeği her yerde onu gittiği yerden takip eder.
Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year.
- Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.
The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.
The police looked everywhere and could find no trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.
I will do my duty to the best of my ability.
- Görevimi yapabildiğim en iyi şekilde yerine getireceğim.
Come what may, we must do our duty.
- Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.
The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates.
- Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.
Paul went to the party in place of his father.
- Paul babasının yerine partiye gitti.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
I assume that at some point Tom will just give up.
- Sanırım Tom bir yerde vazgeçecektir.
Tom pointed to the ground.
- Tom yere işaret etti.
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
She's out there somewhere alone and scared.
- O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.
Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.
Tom met Mary in a local flea market.
- Tom yerel bit pazarında Mary'yle buluştu.
We couldn't find out her whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bulamadık.
We have no idea about his whereabouts.
- Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.
This site is ideal for our house.
- Bu yer bizim ev için idealdir.
A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must.
- Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.
She made room for an old lady.
- O yaşlı bir bayana yer açtı.
Is there any room to spare in your car?
- Arabanızda ayıracak yer var mı?
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
Water covers about 70% of the earth.
- Su, yeryüzünün yaklaşık %70'ini kaplamaktadır.
I was ushered to my seat.
- Beni yerime götürdüler.
Tom saved Mary a seat.
- Tom Mary'ye bir yer ayırdı.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
He took the video to a local TV station.
- Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.
The station is situated in between the two towns.
- İstasyon iki şehir arasında yer almaktadır.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
Tom backed his car out of the parking space.
- Tom arabasını park yerinden çıkardı.
In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded.
- Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
There was standing room only in the Regional Express to Nuremberg.
- Sadece, Nürnberg Bölgesel Ekspres treninde ayakta duracak yer vardı.
This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago.
- Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.
Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas.
- Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.
Instead of posting here, use Twitter.
- Buraya posta gönderme yerine Twitter'ı kullan.
In the post office, mail is classified according to the place where it is to go.
- Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.
What would you do if you were in my position?
- Yerimde olsan ne yaparsın?
Were I in your position, I would do it at once.
- Yerinde olsam, onu derhal yaparım.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time.
- Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.