He was accused of corrupting morals and spreading dangerous ideas.
- O, ayartıcı ahlakla ve tehlikeli fikirleri yaymakla suçlandı.
Tom was guilty of spreading lies about Mary.
- Tom Mary hakkında yalanları yaymakla suçluydu.
Humans are the vehicles that genes use to propagate themselves.
- İnsanlar genlerin kendilerini yaymak için kullandığı araçlardır.
That organization disseminates a lot of information, none of which can be trusted.
- O örgüt hiçbiri güvenilir olamayacak kadar çok bilgiyi yaymaktadır.
In Japan, bowing is common courtesy.
- Japonya'da eğilmek yaygın bir nezakettir.
Life isn't tied with a bow, but it's still a gift.
- Hayat bir yayla bağlı değildir ama o hâlâ bir hediyedir.
Tom often thinks of Mary when he hears a string quartet.
- Tom yaylı sazlar dörtlüsü duyduğunda sık sık Mary'yi düşünür.
A violin is a stringed instrument.
- Keman, yaylı bir enstrümandır.
The fire, which has been raging for over a week in eastern California, continues to expand.
- Bir haftadır kırıp geçiren Doğu Kaliforniya'daki yangın, yayılmaya devam ediyor.
We need to spread more awareness.
- Daha fazla bilinci yaymamız gerekiyor.
Check your blanket before spreading your legs.
- Bacaklarını yaymadan önce battaniyeyi kontrol et.
I cannot release that information. It is private.
- O bilgiyi yayınlayamam. O özel.
In 1998, Dan Brown released Digital Fortress. Five years later he completed another best seller, The Da Vinci Code.
- Dan Brown 1998 yılında Dijital Kaleyi yayınlandı. O, beş yıl sonra başka bir best seller Da Vinci Şifresini tamamlandı.
The rain kept the fire from spreading.
- Yağmur yangının yayılmasını engelledi.
Who could be spreading that news?
- Bu haberi kim yayıyor olabilir?
That organization disseminates a lot of information, none of which can be trusted.
- O örgüt hiçbiri güvenilir olamayacak kadar çok bilgiyi yaymaktadır.
Cep telefonları radyasyon yayar.
We should check the spread of the disease.
- Biz hastalığın yayılmasını kontrol etmeliyiz.
Heat was spread throughout the room by the electric stove.
- Isı odanın her tarafına elektrik sobasıyla yayıldı.
Tom has been spreading rumors about Mary.
- Tom Mary hakkında söylentiler yaymaya başladı.
He was accused of corrupting morals and spreading dangerous ideas.
- O, ayartıcı ahlakla ve tehlikeli fikirleri yaymakla suçlandı.
The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice.
- Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.
Flesh does not emit light... or does it?
- Ten ışık yaymaz... ya da yayar mı?
Even the best cars emit carbon dioxide
- En iyi arabalar bile karbon dioksit yayar.
Yay! I have finally finished my work!.