yalniz

listen to the pronunciation of yalniz
Турецкий язык - Английский Язык

Определение yalniz в Турецкий язык Английский Язык словарь

yalnız
lonesome

You feel lonesome, don't you? - Sen kendini yalnız hissediyorsun, değil mi?

Lonesome George was the last giant tortoise of his kind. - Yalnız George, türünün son dev kaplumbağasıydı.

yalnız
alone

He lived alone in the forest. - Ormanda yalnız başına yaşadı.

The old man lives alone. - Yaşlı adam yalnız yaşıyor.

yalnız
lonely

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

This city is cold and lonely without you. - Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.

yalnız
sole

Empirical data is based solely on observation. - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.

One cannot live solely on air and love. - Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.

yalnız
(Hukuk) save

At the moment only a child can save my marriage. - Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.

yalnız
lone

This city is cold and lonely without you. - Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.

She lived a lonely life. - Yalnız bir hayat yaşadı.

yalnız
merely

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

yalnız
private
yalnız
single

He remained single till the end of his day. - O gününün sonuna kadar yalnız kaldı.

Now that you are single again, how about poker this weekend? - Madem ki yine yalnızsın, bu hafta sonu pokere ne dersin?

yalnız
isolated

Tom felt very isolated. - Tom çok yalnız hissetti.

I felt very isolated. - Çok yalnız hissettim.

yalnız
singly
yalnız
alone, lonely, lone, desolate, solitary; alone, on one's own; only, solely; but, however
yalnız
solitarily
yalnız
solitary

She led a solitary life. - O yalnız bir hayat sürdü.

He likes to take a solitary walk. - O yalnız yürümekten hoşlanır.

yalnız
but, however
yalnız
on one's tod
yalnız
unaccompanied
yalnız
only, just
yalnız
by yourself

You're not going there by yourself, are you? - Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?

Are you going on holiday by yourself? No, my problems are coming with me. - Tatile yalnız başına mı gidiyorsun? Hayır, problemlerim benimle birlikte geliyorlar.

yalnız
exclusively
yalnız
alone, by oneself
yalnız
just

They just wanted to be left alone. - Sadece yalnız bırakılmak istediler.

This just has to be his umbrella. - Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.

yalnız
single handed
yalnız
solitary, isolated, lone
yalnız
solo

Now that my only colleague has retired, I'm flying solo. - Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.

Nancy set out on a solo journey. - Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.

yalnız
unattended

Tom was angry at Mary for leaving their children unattended. - Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.

yalnız
only

Only a few people showed up on time. - Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.

Did you do your homework? The meeting is only two days away. - Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.

yalnız
lonely, lonesome
yalnız
squinting
yalnız
mere

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

yalnız
on one's own
yalnız
pure and simple
yalnız
nothing but

Do you swear to tell the truth and nothing but the truth? - Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?

It was nothing but coincidence. - Bu yalnızca tesadüftü.

yalnız
nothing else
yalnız
pure

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

yalnız
nothing more than
yalnız
by oneself
yalnız
solely

Empirical data is based solely on observation. - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.

One cannot live solely on air and love. - Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.

yalnız
single-handed
yalnız
bigoted
yalnız
none but
yalnız
desolate
yalnız
purely

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

yalnız
by ourselves
yalnız
be alone
yalnız
singular
yalnız
but

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

He not only speaks French, but he speaks Spanish, too. - Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.

yalnız yaşayan
solitary

Aardvarks are solitary animals. - Yerdomuzları yalnız yaşayan hayvanlardır.

yalnız kalmak
stand alone
yalnız ve yalnız
if and only if (logic) : is equivalent to; implies and is implied by; is true and false in the same cases as. - "A rectangle is a rhombus if and only if all four of its sides have the same lengths."only if/only when/only : - "Call me only if your cold gets worse."
yalnız akıl ile algılanan şey
thing in itself
yalnız başına
alone

He had breakfast all alone. - O yalnız başına kahvaltı yaptı.

Tom can do this work alone. - Tom bu işi yalnız başına yapabilir.

yalnız başına
1. alone, by oneself. 2. single-handed, single-handedly
yalnız başına
single handed
yalnız başına
by himself
yalnız bu nedenle
ipso facto
yalnız bu sebeple
(Hukuk) ipso facto
yalnız bırakmak
to leave (someone) alone, leave (someone) on his/her own
yalnız bırakmak
leave smb. to oneself
yalnız bırakmak
leave alone
yalnız erkekler için
stag
yalnız gitmek
(erkek) stag
yalnız hapsedilme
solitary confinement
yalnız hasta tarafından algılanan
subjective
yalnız ikimiz
just the two of us
yalnız kadın
doe
yalnız kalma korkusu
monophobia
yalnız kalmak istiyorum
I want to be alone
yalnız kimse
singleton
yalnız meyve yiyen kimse
fruitarian
yalnız olarak
solitarily
yalnız tarafları bağlayan
(Hukuk) inter partes
yalnız uçuş
solo
yalnız yaşamak
to live alone, to lead a solitary life
yalnız yaşayan kimse
loner
yalnız yaşayan kimse
hermit
yalnız yaşayan kız
bachelor girl
beni yalnız bırak
Leave me alone
bir antlaşmanın yalnız taraf olanlar arasında hüküm ifade etmesi
(Hukuk) res inter alios acta
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение yalniz в Турецкий язык Турецкий язык словарь

yalnız
Ama, şu kadar ki, ancak, fakat
yalnız
Sadece, salt
yalnız
Yanında başkaları bulunmayan
yalnız
Sadece, salt: "Kendisini yalnız Bombay'a kadar götürecek tren parası vardı."- F. R. Atay
yalnız
Yanında başkaları olmayarak: "Ömrümde şehir içinde bile yalnız dolaşmaya alışmamış bir adam için bir genç kızın tek başına Avrupa seyahatine çıkışı akıl durdurucu bir şeydi."- Y. K. Karaosmanoğlu
yalnız
Toplumsal ilişkilerden yoksun veya yoksun bırakılan kişi
yalnız
Yanında başkaları olmayarak
yalnız başına
Kendi kendine, bir kendisi, tek başına
yalniz
Избранное