The loneliness is a disease that makes me not happy anymore.
- Yalnızlık artık beni mutlu etmeyen bir hastalık.
Music is inner life, and he will never suffer loneliness who has inner life.
- Müzik iç yaşamdır. İç yaşamı olan asla yalnızlık çekmeyecek.
We shouldn't confuse solitude with isolation. They are two separate things.
- Yalnızlık ile izole edilmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Bunlar iki farklı şey.
Solitude is the school of wisdom.
- Yalnızlık bilgeliğin okuludur.
We shouldn't confuse solitude with isolation. They are two separate things.
- Yalnızlık ile izole edilmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Bunlar iki farklı şey.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
She always comforted herself with music when she was lonely.
- O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.
You feel lonesome, don't you?
- Sen kendini yalnız hissediyorsun, değil mi?
The Galapagos Islands giant tortoise known as Lonesome George is dead.
- Yalnız George olarak bilinen Galapagos Adalarının dev kaplumbağası öldü.
She likes walking alone.
- O yalnız yürümeyi sever.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
One cannot live solely on air and love.
- Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.
Did you do your homework? The meeting is only two days away.
- Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.
Only six people were present at the party.
- Partide yalnızca altı kişi vardı.
Aardvarks are solitary animals.
- Karıncayiyenler yalnız yaşayan hayvanlardır.
She led a solitary life.
- O yalnız bir hayat sürdü.
At the moment only a child can save my marriage.
- Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
She always comforted herself with music when she was lonely.
- O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.
Mary was lonely because the other students didn't talk to her.
- Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Now that you are single again, how about poker this weekend?
- Madem ki yine yalnızsın, bu hafta sonu pokere ne dersin?
He remained single till the end of his day.
- O gününün sonuna kadar yalnız kaldı.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
It was nothing but coincidence.
- Bu yalnızca tesadüftü.
Do you swear to tell the truth and nothing but the truth?
- Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I felt very isolated.
- Çok yalnız hissettim.
Tom felt very isolated.
- Tom çok yalnız hissetti.
You shouldn't go out after dark by yourself.
- Hava karardıktan sonra yalnız başına dışarı çıkmamalısın.
Are you going on holiday by yourself? No, my problems are coming with me.
- Tatile yalnız başına mı gidiyorsun? Hayır, problemlerim benimle birlikte geliyorlar.
They just wanted to be left alone.
- Sadece yalnız bırakılmak istediler.
Please just leave me alone. I want to think.
- Lütfen sadece beni yalnız bırak. Düşünmek istiyorum.
Nancy set out on a solo journey.
- Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
- Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
He not only speaks French, but he speaks Spanish, too.
- Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.