O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.
- She got full marks by memorizing the whole lesson.
Resmi yapmak tam bir gün sürdü.
- It took a whole day to paint the picture.
Bu pencere tüm şehre bakıyor.
- This window overlooks the whole city.
Tüm Dünya Zirve toplantısını izliyor.
- The whole world is watching the summit conference.
Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
- Karam is the best student in the whole school.
Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
- I spent the whole afternoon chatting with friends.
Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
- Tom remained wide awake the whole night.
Tamamen yeni bir dünya.
- It's a whole new world.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
- The whole is greater than the sum of the parts.
Bütün takım için özür diledim.
- I apologized to the whole team.
Ben bütün haftayı yalnız geçirdim ve ben konuşmayı özledim.
- I spent the whole week alone, and I longed for conversation.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
- She prepares wholesome meals for her family.
Bütün toplum bu planın arkasında.
- The whole community is behind this plan.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
- When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.
İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.
- On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time.
Eserleri bir bütün olarak ne iyi nede kötü.
- As a whole his works are neither good nor bad.
Büyük bir ateş bütün kasabayı kül haline getirdi.
- The big fire reduced the whole town to ashes.
Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.
- All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living.
Tüm insanlar sağlıklı ve kültürlü yaşam minimum standartlarını koruma hakkına sahip olacaktır.
- All people shall have the right to maintain the minimum standards of wholesome and cultured living.
Mary sadece az işlemden geçmiş yiyecekler yiyor. O çok sağlıklı olduklarını söylüyor.
- Mary only eats wholefoods. She says they're very healthy.
Yağlar gibi komple bir yiyecek grubunu kesmeyi çok sağlıklı bulmuyorum.
- I don't think it's very healthy to cut out whole groups of foods like fats.
I ate a fish whole!.
Whole of an ancient evil, I sleep sound.
I ate a whole fish.
Tom has lived in Boston his entire life.
- Tom has lived in Boston his whole life.
Tom has lived here his entire life.
- Tom has lived here his whole life.