O mağaza erkek giysisi satar.
- That store sells men's wear.
Tom ve Mary her zaman aynı renk giysileri bile giyiyorlar.
- Tom and Mary even always wear the same color clothes.
Spor giyinmeyi seviyorum.
- I love to wear sport clothes.
Mary Cadılar bayramı için seksi bir kostüm giymek istemiyordu bu yüzden Amish bir kadın gibi giyinmeye karar verdi.
- Mary didn't want to wear a sexy costume for Halloween so she decided to dress like an Amish woman.
Tom, bir takım elbise ve bir kravat giymek zorunda değildi fakat giydi.
- Tom didn't have to wear a suit and tie, but he did.
Çalışanlar üniforma giymek zorunda.
- Employees are required to wear uniforms.
O yaz sıcağı sırasında bir kravat takmaktan nefret eder.
- He hates wearing a tie during the summer heat.
Soğuk Moskova kışlarında kendi başına şapka takmak en iyisidir.
- It's best to wear a cap on your head during the cold Moscow winters.
Ona güneş kremi kullanmasını söyledim.
- I told him to wear sunblock.
Ona güneş kremi kullanmasını söyledim.
- I told her to wear sunblock.
Kadının soracak iki önemli sorusu var: Ne giyiyorum ve ne yemek yapıyorum?
- The woman has two important questions to ask: What am I wearing? and what am I cooking?
Uyuşma geçene kadar yemek yeme.
- Don't eat till the numbness wears off.
Senin giyimin ne öyle?
- What's that your wearing?
Garanti normal aşınma ve yıpranmayı içermemektedir.
- The warranty doesn't cover normal wear and tear.
Bu malzeme asla aşınmaz.
- This material never wears out.
Garanti normal aşınma ve yıpranmayı içermemektedir.
- The warranty doesn't cover normal wear and tear.
Okul kuralları öğrencilerin okul üniformaları giymelerini gerektiriyor.
- The school rules require students to wear school uniforms.
Bir palto giymelisin.
- You should wear a coat.
O biçimsiz bir elbise giyiyordu.
- She was wearing an ugly dress.
Partide, herkes güzel elbiseler giyiyordu.
- At the party, everyone was wearing beautiful clothes.
O koyu kahverengi ayakkabılar giyiyordu.
- She was wearing dark brown shoes.
O kendini daha uzun göstermek için yüksek topuklu ayakkabılar giyiyor.
- She wears high heels to make herself look taller.
Tom'un cüzdanı taşımak için biraz daha kötüydü. Mary yeni bir tane alması gerektiğini söyledi.
- Tom's wallet was a bit the worse for wear, and Mary said he should get a new one.
Exile had worn the man to a shadow.
Her high pitched voice is really wearing on me lately.
It's hard to get to know him, but he wears well.
She wears her hair in braids.
He was wearing his lunch after tripping and falling into the buffet.
He walked out of the courtroom wearing an air of satisfaction.
Our physical advantage allowed us to wear the other team out and win.
As the years wore on, we seemed to have less and less in common.
The tiles were wearing thin due to years of children's feet.