A promise given under a threat is worthless.
- Bir tehdit altında verilen bir söz değersizdir.
Tom drank the water that he was given.
- Tom ona verilen suyu içti.
I think I'm gonna sneeze. Give me a tissue.
- Sanırım hapşıracağım... Bana bir mendil ver.
Give me something to do.
- Bana yapacak bir şey ver.
I wasn't the only one who was permitted to do that.
- Bunu yapmasına izin verilen tek kişi ben değildim.
I wasn't the only one who was allowed to do that.
- Bunu yapmasına izin verilen tek kişi ben değildim.
That's the last gift you are allowed to give to Tom.
- Bu Tom'a vermene izin verilen son hediye.
That's the last gift you are allowed to give to Tom.
- Bu Tom'a vermene izin verilen son hediye.
I wasn't the only one who was allowed to do that.
- Bunu yapmasına izin verilen tek kişi ben değildim.
Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback.
- İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..
The export of arms was not allowed.
- Silah ihracatına izin verilmedi.
Thus, the ethical issue remains: Should cigarette makers be allowed to target global markets?
- Bu yüzden, etik sorun devam ediyor: sigara üreticilerine hedef küresel pazarlara izin verilmeli mi?
One of the big issues in the campaign was taxes.
- Kampanyadaki en büyük konulardan birisi vergiydi.
Allen was given a problem that was impossible to solve.
- Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.
Parents have a prior right to choose the kind of education that shall be given to their children.
- Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.
I cannot render a judgment on that.
- Bu konuda bir karar veremiyorum.
The object flew away to the south, giving out flashes of light.
- Nesne, yanıp sönen ışıklar vererek, güneye doğru uçtu.
Any man who can drive safely while kissing a pretty lady is simply not giving the kiss the attention it deserves.
- Güzel bir bayanı öperken güvenle araba sürebilen bir sürücü sadece öpücüğe hakettiği ilgiyi vermiyordur.
I took one, and gave the other apples to my little sister.
- Birini ben aldım, diğer elmaları ise küçük kız kardeşime verdim.
My uncle gave me a present.
- Amcam bana bir hediye verdi.
He'll be granted American citizenship.
- Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.
I took it for granted that she would agree with me.
- Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.
That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine!
- Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!
The manager bestowed a trophy on him.
- Müdür ona bir kupa verdi.
I took it for granted that she would agree with me.
- Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.
He'll be granted American citizenship.
- Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.
She did not decide to be a singer until she reached the age of twenty.
- O yirmi yaşına ulaşıncaya kadar bir şarkıcı olmaya karar vermedi.
Tom thought about reaching for his gun, but decided not to.
- Tom silahına davranmayı düşündü fakat yapmamaya karar verdi.
I am very happy to see you.
- I'm very glad to see you.
I am very happy to see you.
- I am very glad to see you.