I will give you this book.
 - Bu kitabı sana vereceğim.
Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature.
 - Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.
Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback.
 - İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..
The export of arms was not allowed.
 - Silah ihracatına izin verilmedi.
One of the big issues in the campaign was taxes.
 - Kampanyadaki en büyük konulardan birisi vergiydi.
Thus, the ethical issue remains: Should cigarette makers be allowed to target global markets?
 - Bu yüzden, etik sorun devam ediyor: sigara üreticilerine hedef küresel pazarlara izin verilmeli mi?
Allen was given a problem that was impossible to solve.
 - Allen'e çözülmesi imkânsız bir problem verilmişti.
Parents have a prior right to choose the kind of education that shall be given to their children.
 - Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.
I cannot render a judgment on that.
 - Bu konuda bir karar veremiyorum.
Television is a very important medium for giving information.
 - Televizyon bilgi vermek için çok önemli bir araçtır.
Recently, they have not been giving her her paycheck on time.
 - Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.
She gave him a watch.
 - O, ona bir saat verdi.
She gave him a clock.
 - O, ona bir saat verdi.
He'll be granted American citizenship.
 - Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.
I took it for granted that she would agree with me.
 - Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.
That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine!
 - Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!
The manager bestowed a trophy on him.
 - Müdür ona bir kupa verdi.
He'll be granted American citizenship.
 - Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.
We were granted the privilege of fishing in this bay.
 - Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi.
Tom thought about reaching for his gun, but decided not to.
 - Tom silahına davranmayı düşündü fakat yapmamaya karar verdi.
She did not decide to be a singer until she reached the age of twenty.
 - O yirmi yaşına ulaşıncaya kadar bir şarkıcı olmaya karar vermedi.
I am very happy to see you.
 - I'm very happy to see you.
I am very happy to see you.
 - I'm very glad to see you.
Bu sözlük en son sürüm değil.
 - This dictionary isn't the most recent version.
Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur.
 - The book is available in both hard and soft-cover versions.