Bu tür müzik, daha yaşlı insanların anlamakta zorluk çektiği bir şeydir.
- This kind of music is something that older people have difficulty understanding.
Osaka lehçesini anlamak zordur.
- It's hard to understand the Osaka dialect.
Tom, Fransızca'yı daha iyi anlamak istiyor.
- Tom would like to understand French better.
Bilmek, anlamakla aynı değildir.
- Knowing is not the same as understanding.
Tom onun niçin Fransızca öğrenmek istediğini anlayamadı.
- Tom couldn't understand why she wanted to learn French.
Onu hiç kimse anlamıyor.
- No one understands that.
Hiç kimse beni anlamıyor.
- No one understands me.
Tom çok anlayışlıydı.
- Tom has been very understanding.
Tom çok anlayışlıydı.
- Tom was very understanding.
Bu kesinlikle anlaşılır.
- It's perfectly understandable.
Tom ve Mary'nin bir anlayışı var.
- Tom and Mary have an understanding.
Bu kitap benim anlayışımın üzerindedir.
- This book is above my understanding.
Tom Mary'yi Fransızca anlamakta zorlanmadığını söylüyor.
- Tom says that he has no trouble understanding Mary's French.
İklim değişikliğinin yaşamlarımızı nasıl etkileyeceğini anlamaya acil bir ihtiyaç var.
- There is an urgent need for understanding how climate change will affect our lives.
O anlaşılabilir bir suçlamaydı.
- It was an understandable accusation.
O anlaşılabilir görünüyor.
- That seems understandable.
Tom anlaşılır biçimde kızgındı.
- Tom was understandably angry.
Cevaplar, anlama yetisinin farklı derecelerini gösterir.
- Answers display different degrees of understanding.
Sanırım mutabakata varabileceğiz.
- I think we'll be able to come to an understanding soon.
İki ülke arasında kültürel değişim devam ederken, onların karşılıklı anlayışı daha da derinleşti.
- As cultural exchange continued between the two countries, their mutual understanding became even deeper.
Dostluk karşılıklı anlayışla oluşur.
- Friendship consists of mutual understanding.
Müzik tüm insanlar tarafından anlaşılan bir dildir.
- Music is a language understood by all humans.
Anlaşılmak için bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmana gerek yok.
- You don't need to sound like a native speaker to be understood.
Herkes tarafından anlaşılmak kolay değildir.
- It is not easy to be understood by everybody.
Bu tür müzik, daha yaşlı insanların anlamakta zorluk çektiği bir şeydir.
- This kind of music is something that older people have difficulty understanding.
Soyut modern sanatı anlamada güçlük çekiyorum, özellikle Mondrian.
- I have difficulty understanding abstract modern art, especially Mondrian.
Ne söylediğimi sandığını anladığını düşündüğünü biliyorum fakat duyduğunun benim demek istediğimin olmadığını anladığından emin değilim.
- I know you think you understood what you thought I said, but I'm not sure you realized that what you heard is not what I meant.
Ancak Japonya hâlâ diğer ülkeler tarafından yeterince anlaşılamamıştır, ve Japonlar, aynı şekilde, yabancıları anlamayı zor bulmuştur.
- Yet Japan is still not sufficiently understood by other countries, and the Japanese, likewise, find foreigners difficult to understand.
Tom başarmak için ne gerektiğini anlıyor.
- Tom understands what it takes to succeed.
O şimdi seni anlıyor.
- She understands you now.
Tom ve Mary anlaşmaya vardı.
- Tom and Mary came to an understanding.
Bizim bir anlaşmamız var.
- We have an understanding.
I understand that you have information for me.
In the imperative mood, the word “you” is usually understood.
I received your note, but I did not understand it.
According to my understanding, the situation is quite perilous. I wonder if you see it this way, too.
I thought we had an understanding - you do the dishes, and I throw the trash.
He showed much understanding when he found out of my troublesome familial history.
Garcias ab Horto writes of one whom he saw at Goa in the East Indies, that took ten drams of opium in three days; and yet consulto loquebatur, spake understandingly .
Tom and Mary don't seem to understand why they're not supposed to do that.
- Tom and Mary don't seem to understand why they aren't supposed to do that.
Tom and Mary don't seem to understand why they aren't supposed to do that.
- Tom and Mary don't seem to understand why they're not supposed to do that.
It's usually easy for Norwegians to get what Swedes are saying.
- It's usually easy for Norwegians to understand what Swedes are saying.
If Tom had been speaking French, I would have been able to understand him.
- If Tom had been speaking French, I would've been able to understand him.
Comprehension is fundamental.
- Understanding is essential.
... to understand thinking better and to think better yourself. It’s not a chance you’re ...
... understand your vision. ...