Tom is hard to deal with.
- Tom'la uğraşmak zordur.
I don't want to deal with this problem now.
- Şu an bu sorunla uğraşmak istemiyorum.
The Esperanto movement has always had to grapple with the problem of 'eternal beginners'.
- Esperanto hareketi her zaman 'ebedi başlayanlar' sorunu ile uğraşmak zorunda kalmıştır.
Such a problem is hard to deal with.
- Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
Her boss is hard to deal with.
- Onun patronu ile uğraşmak zordur.
I finally stopped trying to persuade Tom to clean his room.
- Sonunda Tom'u odasını temizlemeye ikna etmek için uğraşmaktan vazgeçtim.
It's nonsense to try that.
- Ona uğraşmak anlamsız.
I wish you the best of luck in your next endeavor.
- Bir sonraki uğraşında sana iyi şanslar diliyorum.
I'm used to dealing with these kind of problems.
- Bu tür sorunlarla uğraşmaya alışkınım.
I love dealing with professionals.
- Profesyonellerle uğraşmayı seviyorum.
That's how we dealt with it.
- O, bizim onunla nasıl uğraştığımızdır.
Have you ever dealt with a problem like this?
- Sen hiç böyle bir sorunla uğraştın mı?
Such a problem is hard to deal with.
- Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
I have no time to deal with you.
- Sizinle uğraşacak vaktim yok.
Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
- Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
I have no time to deal with you.
- Sizinle uğraşacak vaktim yok.
I love dealing with professionals.
- Profesyonellerle uğraşmayı seviyorum.
I struggled to get out of the subway.
- Metrodan inmek için uğraştım.
He solved the problem in five minutes that I had struggled with for two hours.
- Benim iki saat uğraştığım problemi beş dakikada çözdü.
I have other things to attend to.
- Uğraşacağım başka şeylerim var.
In my opinion, Tatoeba is a pleasant and instructive pastime.
- Bence Tatoeba hoş ve eğitici bir uğraştır.
We're dealing with that problem.
- O sorunla uğraşıyoruz.
I'm tired of dealing with this problem.
- Bu sorunla uğraşmaktan bıktım.