Buradaki tüm ağaçları kesecek misin?
- Are you going to cut down all the trees here?
Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Para bütün kötülüğün köküdür.
- Money is the root of all evil.
Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
- Can you see anything at all there?
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All they that take the sword shall perish with the sword.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All those who take up the sword shall perish by the sword.
Şu ana kadar yaptığın bütün şey her şeye kusur bulmak, keşke daha yapıcı bir şey söyleyebilsen.
- All you ever do is nitpick. I wish you could say something more constructive.
Aşkta ve savaşta her şey adildir.
- All's fair in love and war.
Herkes mutlu görünüyordu.
- They all looked happy.
Herkes onun hatasına güldü.
- They all laughed at his error.
Kuzey Afrikalılar az çok İtalyanlar gibidirler. Hepimiz Akdeniz çevresinde yaşayan insanlarız ve birçok kültürel özellikleri paylaşırız.
- North Africans are more or less like Italians. We're all people who live around the Mediterranean Sea and we share many cultural traits.
Özellikle Amerika'yı ziyaret etmek istiyorum.
- I'd like to visit America most of all.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Hepinizle tekrar görüşmeyi ümit ediyorum.
- I hope to meet you all again.
1603'te, Kral James iktidara geldiğinde, futbola tekrar izin verildi.
- In 1603, when King James I came into power, football was allowed again.
Tepe tamamen karla kaplıydı.
- The hill was all covered with snow.
Haber tamamen Rusya'nın çöküşü hakkında idi.
- The news was all about the collapse of the Soviet Union.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Futbol takımımız kasabadaki diğer takımların tümünü yendi.
- Our soccer team beat all the other teams in the town.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Ben uyandığımda, diğer tüm yolcular inmişti.
- When I woke up, all other passengers had gotten off.
Ben senin yaşındayken, Virgil ve diğerlerinin hepsini ezbere bilirdim.
- When I was your age, I knew Virgil and all the others by heart.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
Sen bir dört yaşında çocuğu bütünüyle yalnız nasıl bırakabildin?
- How could you leave a four-year-old child all alone?
Zevk bütünüyle benim.
- The pleasure's all mine.
Tom hayatı boyunca fakir kaldı.
- Tom remained poor all his life.
Tüm hayatı boyunca o kasabada yaşadı.
- She lived all her life in that town.
Hepimiz için yeterli yiyecek vardı.
- There was food enough for us all.
Hepsi bununla tamamlandı.
- All is completed with this.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Tüm yapmanız gereken bu cümleyi ezbere öğrenmek.
- All you have to do is to learn this sentence by heart.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
Everything all right?
- Is everything all right?
He lost everything he owned.
- He lost all his belongings.
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
Everyone in his family is tall.
- His family members are all tall.
Everyone who knew him admired him.
- All who knew him admired him.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
That doesn't make any sense.
- That makes no sense at all.
We didn't see any children at all.
- We did not see any children at all.
... an opportunity for all lets us go as far as our dreams and toil will take us ...
... That's all. ...