Okyanusun derin katmanları hâlâ neredeyse keşfedilmemiş.
- The deep layers of the ocean is still almost unexplored.
Derin okyanusun sadece küçük bir kısmı araştırıldı.
- Only a small part of the deep ocean has been explored.
Derin deniz hakkında çok az şey biliniyor.
- Very little is known about the deep sea.
Hazine, denizin derinliklerine gömüldü.
- The treasure was buried in the deepest of the sea.
Bu ağacın kökleri derinlere uzanıyor.
- The roots of this tree go down deep.
Gölet üç metre derinliğindedir.
- The pond is 3 meters deep.
Onun romanları benim için çok anlaşılmazdır.
- His novels are too deep for me.
Tom'un botları karın derinliklerine battı.
- Tom's boots sank deep into the snow.
Hazine, denizin derinliklerine gömüldü.
- The treasure was buried in the deepest of the sea.
Bob o konuyu derin derin düşündü.
- Bob thought deeply about that matter.
Tom Mary'nin gözlerine derin derin baktı.
- Tom gazed deeply into Mary's eyes.
Tom derin deniz dalgıcıdır.
- Tom is a deep-sea diver.
Deniz kendi kendine derinleşecek.
- The sea will turn deep by itself.
Hiçbir zaman bunu belli etmeyecek ama içinden ciddi bir şekilde endişeli olduğunu düşünüyorum.
- He'll never show it, but I think that deep down, he's seriously worried.
Yaşamlarımızı büyük sevgiden ve derin kederden daha yoğun bir şekilde yaşamayız.
- We never experience our lives more intensely than in great love and deep sorrow.
Onun gözlerine son derece içten baktı.
- He looked deeply into her eyes.
Birbirinizi içten seviyor musunuz?
- Do you love each other deeply?
Tom mağarada daha derine gitti.
- Tom went deeper into the cave.
Daha derine daldığımız zaman su soğur.
- As we dive deeper, the water becomes colder.
O anne ve babasına derinden bağlıdır.
- She is deeply attached to her parents.
Derinden minnettar olduğu için, teşekkürlerini ifade etmeye çalıştı.
- Being deeply thankful, he tried to express his thanks.
Tom'un pes bir sesi var.
- Tom has a deep voice.
Ben sanatla yürekten ilgiliyim.
- I am deeply interested in art.
Tom onun gözlerinin içine yürekten baktı.
- Tom stared deep into her eyes.
Tom Mary'ye derinden âşık.
- Tom is deeply in love with Mary.
Konuşması dinleyicileri derinden etkiledi.
- His speech deeply affected the audience.
Onun koyu mavi gözleri oldukça etkileyiciydi.
- Her eyes, a deep blue, were quite impressive.
Tom şiddetli bir güney aksanıyla konuşur.
- Tom speaks with a deep southern accent.
Bu derin bir karanlıktı.
- It was a deep darkness.
She has a very deep contralto.
deep in debt, deep in the mud.
creatures of the deep.
The shelves are 30cm deep.
They're deep in discussion.
American football Relatively farther downfield.
a crowd three deep along the funeral procession.
There was a deep layer of soot over the window.
That's a very deep shade of blue.
He was in a deep sleep.
Russell is a safe pair of hands in the deep.
He's deeply attached to her.
- He is deeply attached to her.
He is deeply attached to her.
- He's deeply attached to her.
... Take a deep breath, ...
... Now, Governor Romney and I do share a deep interest in encouraging small-business growth. ...