tams

listen to the pronunciation of tams
Английский Язык - Турецкий язык
(Askeri) ulaştırma analiz, modelleme ve simülasyon (transportation analysis, modeling, and simulation)
tam
iskoç beresi
Турецкий язык - Турецкий язык
(Osmanlı Dönemi) Yapışmak
(Osmanlı Dönemi) Cima etmek
(Osmanlı Dönemi) Kadının hayız görmesi, aybaşı olması
(Osmanlı Dönemi) Kir, vesah
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
Турецкий язык - Английский Язык

Определение tams в Турецкий язык Английский Язык словарь

tam
{s} whole

There is nothing like a glass of beer after a whole day's work. - Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.

The patrol cars cover the whole of the area. - Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.

tam
{s} complete

All is completed with this. - Hepsi bununla tamamlandı.

Her words were completely meaningless. - Onun sözleri tamamen anlamsızdı.

tam
exact

The plane arrived exactly at nine. - Uçak tam olarak dokuzda vardı.

What exactly are you doing? - Tam olarak ne yapıyorsun?

tam
{s} full

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

This seems entirely accurate. - Bu tamamen doğru gibi görünüyor.

That's not completely accurate. - O tamamen doğru değil.

tam
proper

Did you clean your room properly? There's still dust over here. - Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.

The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes. - Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.

tam
just

The store is just across from the theater. - Dükkan tiyatronun tam karşısında.

Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'. - Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı.

tam
{s} literal

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

I was literally stunned by what I saw. - Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.

tam
(Ticaret) total

You guys are totally clueless. - Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.

Tom looks totally wiped out. - Tom tamamen yok olmuş görünüyor.

tam
quite

The bear is quite tame and doesn't bite. - Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.

He looked confident but his inner feelings were quite different. - Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.

tam
{s} thorough

We were thoroughly satisfied with his work. - Onun işinden tamamen tatmin olduk.

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say. - İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.

Please tell me the correct time. - Lütfen bana tam saati söyle.

tam
perfect

Tom is perfectly satisfied with his current salary. - Tom şu anki aylığından tamamen memnun.

Tom can understand perfectly well. - Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

Does the city literally owe its existence to Mussolini? - Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker. - İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.

Tom didn't sound entirely convinced. - Tom tamamen ikna olmuş görünmüyordu.

tam
flat

Can you fix the flat tire now? - Şimdi patlak lastiği tamir edebilir misin?

Would you have time to fix this flat tire now? - Senin bu patlak tekeri şimdi tamir etmek için zamanın olur muydu?

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her. - Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.

Tom definitely knows exactly what happened. - Tom kesinlikle tam olarak ne olduğunu biliyor.

tam
grand

My grandfather owned a car just like this. - Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

The plane arrived exactly at nine. - Uçak tam olarak dokuzda vardı.

You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary. - Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.

tam
true

The statement is not wholly true. - İfade tamamen gerçek değil.

Our teacher is a gentleman in the true sense of the word. - Öğretmenimiz kelimenin tam anlamıyla bir beyefendi.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much. - Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.

He is not entirely without courage. - O, tamamen cesaretsiz değil.

tam
precisely

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

Tom knows precisely what he's doing. - Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.

tam
crass
tam
due

Due to global warming, cities could be completely submerged. - Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.

I accepted the offer after due consideration. - Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper. - Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.

He was detected in the very act of stealing. - O, tam çalma anında tespit edildi.

tam
utter

The shy boy was utterly embarrassed in her presence. - Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.

He felt utterly humiliated. - O, tamamen aşağılanmış hissetti.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

Stay absolutely still. - Tamamen hareketsiz dur.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

He got home at seven sharp. - O, saat tam yedide eve geldi.

Be at the station at 11 o'clock sharp. - Tam 11:00'de istasyonda olun.

tam
precise

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise. - O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.

tam
strict

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

tam
full-blown
tam
finished

Have you finished the papers? - Belgeleri tamamladın mı?

Tom finished off the ice cream that was in the freezer. - Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

He, just like you, is a good golfer. - O, tam senin gibi, iyi bir golfçü.

The place just doesn't look as good as it used to. - Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.

tam
desperately
tam
completely

He will think he has been completely forgotten. - Tamamen unutulduğunu düşünecek.

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

tam
just as

He arrived just as I was leaving home. - O, tam ben evden ayrılırken geldi.

He went to the store just as it was going to close. - Tam kapanacakken o mağazaya gitti.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

We're going out for dumplings in the evening, all right? - Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

The first stage of the operation has been accomplished. - Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.

They accomplished their mission. - Onlar misyonlarını tamamladılar.

tam
straight

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

The party was perfectly deadly. - Parti tamamen sıkıcıydı.

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

tam
clear

It's all clear to me now. - O şimdi tamamen benim için temiz.

Before understanding the situation clearly, he hastily gave his opinion. - Meseleyi daha tam anlamadan, alelacele fikrini söyledi.

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

Can you repair these shoes? - Bu ayakkabıları tamir edebilir misin?

I had my watch repaired. - Saatimi tamir ettirdim.

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

If you can't fix the pipe, we'll have to call a plumber. - Boruyu tamir edemezsen, bir tesisatçı aramak zorunda kalacağız.

Who should I call to fix my plumbing? - Su tesisatımı tamir etmek için kimi aramalıyım?

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.