tamlık

listen to the pronunciation of tamlık
Турецкий язык - Английский Язык
precision
accuracy
nicety
completeness
exactitude
plenitude
exactness
precision, integrity, accuracy
preciseness
thoroughness
truth
faithfulness
complement
wholeness
entirety
integrity
particularity
totality
tam
{s} whole

There is nothing like a glass of beer after a whole day's work. - Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

tam
{s} complete

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

We want complete sentences. - Tam cümleler istiyoruz.

tam
exact

You can search words, and get translations. But it's not exactly a typical dictionary. - Sözcükleri arayabilir ve çevirileri alabilirsiniz. Ama o, tam olarak tipik bir sözlük değildir.

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

tam
{s} full

I worked for a full 24 hours without getting any sleep. - Hiç uyumadan tam 24 saat çalıştım.

The cherry trees are in full blossom. - Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

This seems entirely accurate. - Bu tamamen doğru gibi görünüyor.

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
proper

Did you clean your room properly? There's still dust over here. - Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

tam
just

Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger. - Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.

The store is just across from the theater. - Dükkan tiyatronun tam karşısında.

tam
{s} literal

He explained the literal meaning of the phrase. - O, ifadenin tam anlamını açıkladı.

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

tam
(Ticaret) total

Lunar eclipses can be total or partial. - Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.

You guys are totally clueless. - Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.

tam
quite

I don't quite agree with you. - Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.

The bear is quite tame and doesn't bite. - Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.

tam
{s} thorough

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

We were thoroughly satisfied with his work. - Onun işinden tamamen tatmin olduk.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

This watch keeps correct time. - Bu saat tamamen doğrudur.

Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say. - İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.

tam
perfect

Tom can understand perfectly well. - Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.

I'm perfectly normal. - Ben tamamen normalim.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

Does the city literally owe its existence to Mussolini? - Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?

After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally. - Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

Tom didn't sound entirely convinced. - Tom tamamen ikna olmuş görünmüyordu.

People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker. - İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.

tam
flat

Could you please fix this flat tire? - Lütfen bu düz lastiği tamir eder misiniz?

Her girlfriend is completely flat-chested. - Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

Tom definitely knows exactly what happened. - Tom kesinlikle tam olarak ne olduğunu biliyor.

Sometime I'll definitely visit France. I just don't know exactly when. - Bir gün kesinlikle Fransa'yı ziyaret edeceğim. Sadece tam olarak ne zaman olduğunu bilmiyorum.

tam
grand

My grandfather owned a car just like this. - Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

What exactly are you doing? - Tam olarak ne yapıyorsun?

The plane arrived exactly at nine. - Uçak tam olarak dokuzda vardı.

tam
true

I don't think that's quite true. - Onun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum.

Tom couldn't completely rule out the possibility that what Mary said was true. - Tom, Mary'nin söylediğinin gerçek olduğu ihtimalini tamamen görmezden gelemedi.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

The accident was entirely avoidable. - Kaza tamamen önlenebilirdi.

See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much. - Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.

tam
precisely

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

tam
crass
tam
due

Due to severe educational influence the child became a wholly different person. - Ciddi bir eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir kişi haline geldi.

Due to global warming, cities could be completely submerged. - Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

This is the very place that I have long wanted to visit. - Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

tam
utter

It is utterly impossible to finish the work within a month. - Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.

Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him! - Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

I have absolute trust in you. - Benim sana tam güvenim var.

Stay absolutely still. - Tamamen hareketsiz dur.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

The meeting will start at four o'clock sharp. - Toplantı tam dörtte başlayacak.

The meeting began at nine o'clock sharp. - Toplantı tam dokuzda başladı.

tam
precise

Tom knows precisely how Mary feels. - Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

tam
strict

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

tam
full-blown
tam
finished

They finished eighty miles' journey. - Onlar seksen millik yolculuğu tamamladılar.

Tom finished off the ice cream that was in the freezer. - Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

Ted is good at fixing watches. - Ted saatleri tamir etmede iyidir.

Ted is good at repairing watches. - Ted saatleri tamir etmede iyidir.

tam
desperately
tam
completely

Her words were completely meaningless. - Onun sözleri tamamen anlamsızdı.

He was completely absorbed in his work. - Tamamen işine dalmıştı.

tam
just as

He went to the store just as it was going to close. - Tam kapanacakken o mağazaya gitti.

When he whispered something into her ear, she moved just as he said, as if she had been hypnotized. - O onun kulağına bir şey fısıldadığında, o sanki hipnotize olmuş gibi, tam onun söylediği gibi hareket etti.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

We're going out for dumplings in the evening, all right? - Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

My house is fully insured. - Evim tam sigortalıdır.

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

This is the very place that I have long wanted to visit. - Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.

This is the very video I have been looking for. - Bu tam aradığım video.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

Tom and Mary accomplished their mission without any difficulty. - Tom ve Mary herhangi bir zorluk olmadan görevlerini tamamladı.

They accomplished their task without any difficulty. - Görevlerini bir zorluk olmadan tamamladılar.

tam
straight

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

There was a dead silence. - Tam bir sessizlik vardı.

Tom was dead set against the idea. - Tom fikre tamamen karşıydı.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

tam
clear

I want to make this perfectly clear. - Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.

Before understanding the situation clearly, he hastily gave his opinion. - Meseleyi daha tam anlamadan, alelacele fikrini söyledi.

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

This car needs repairing. - Bu arabanın tamire ihtiyacı var.

I will only buy the car if they repair the brakes first. - Frenleri tamir ederlerse, arabayı satın alacağım.

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

Are you the guy who's going to help us fix our plumbing? - Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?

Can you fix this or should I call a plumber? - Bunu tamir edebilir misin yoksa bir tesisatçı çağırmam mı gerekiyor.

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.

Английский Язык - Английский Язык
Турецкий язык - Турецкий язык
Eksik olmama durumu, olgunluk: "... bin bir çeşit meziyet, fazilet, tamlık ve kemal..."- R. H. Karay
Eksik olmama durumu, olgunluk
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
Английский Язык - Турецкий язык

Определение tamlık в Английский Язык Турецкий язык словарь

tam
iskoç beresi
tamlık
Избранное