tamda

listen to the pronunciation of tamda
Турецкий язык - Английский Язык
in full
to the utmost; completely
to the full amount due
with nothing omitted
referring to a quantity; "the amount was paid in full"
referring to a quantity; "the amount was paid in full
fully, wholly; completely
tam
{s} whole

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

There is nothing like a glass of beer after a whole day's work. - Bir tam günlük çalışmadan sonra bir bardak bira gibi bir şey yoktur.

tam
{s} complete

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

He was completely absorbed in his work. - Tamamen işine dalmıştı.

tam
exact

What exactly are you doing? - Tam olarak ne yapıyorsun?

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

tam
{s} full

He reported fully what he had seen to the police. - O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.

The cherry trees are in full blossom. - Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.

tam
{s} overall
tam
{s} accurate

I don't remember my grandmother's face accurately. - Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

This seems entirely accurate. - Bu tamamen doğru gibi görünüyor.

tam
proper

The property was almost completely overgrown with wild blackberry bushes. - Arazi neredeyse tamamen yabani böğürtlen çalılarla kaplanmıştı.

The facts weren't properly understood. - Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.

tam
just

Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger. - Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.

The store is just across from the theater. - Dükkan tiyatronun tam karşısında.

tam
{s} literal

He explained the literal meaning of the phrase. - O, ifadenin tam anlamını açıkladı.

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

tam
(Ticaret) total

You guys are totally clueless. - Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.

The man was a total stranger. - Adam tam bir yabancıydı.

tam
quite

The bear is quite tame and doesn't bite. - Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.

I do not quite agree with you. - Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.

tam
{s} thorough

They got thoroughly wet in the rain. - Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.

The police thoroughly searched the house. - Polis evi tamamen aradı.

tam
{s} simple

It wasn't quite that simple. - O tam olarak o kadar basit değildi.

tam
{s} correct

Please tell me the correct time. - Lütfen bana tam saati söyle.

This watch keeps correct time. - Bu saat tamamen doğrudur.

tam
perfect

I assure you Tom will be perfectly safe. - Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.

I'm perfectly normal. - Ben tamamen normalim.

tam
on the beam
tam
refined
tam
literally

The detective questioned literally thousands of people about the incident. - Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.

I was literally stunned by what I saw. - Gördüğüm şey karşısında tam anlamıyla afallamıştım.

tam
slipt
tam
particular
tam
undivided

Tom had Mary's undivided attention. - Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.

tam
sound

Tom didn't sound entirely convinced. - Tom tamamen ikna olmuş görünmüyordu.

This story may sound strange, but it's absolutely true. - Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.

tam
flat

Can you fix the flat tire now? - Şimdi patlak lastiği tamir edebilir misin?

Her girlfriend is completely flat-chested. - Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.

tam
superb
tam
smack in
tam
every bit

He is every bit a gentleman. - O, tam bir beyefendi.

tam
definite

It's definitely a full-time job. - O kesinlikle tam zamanlı bir iştir.

Okay, okay, said the doctor. I'll definitely take a look at her. - Tamam, tamam, dedi doktor. Ben kesinlikle ona bir göz atacağım.

tam
grand

My grandfather owned a car just like this. - Büyük babam tam böyle bir arabaya sahip oldu.

I don't remember my grandmother's face exactly. - Babaannemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.

tam
smack into
tam
integrate
tam
diagnostic
tam
as well
tam
smack onto
tam
precision
tam
smack on
tam
definitive
tam
unerring
tam
from a to z
tam
unrelieved
tam
exactly

It's exactly what I wanted. - O, tam olarak benim istediğimdir.

I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday. - Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.

tam
true

The statement is not wholly true. - İfade tamamen gerçek değil.

Tom couldn't completely rule out the possibility that what Mary said was true. - Tom, Mary'nin söylediğinin gerçek olduğu ihtimalini tamamen görmezden gelemedi.

tam
outright

This translation is outright wrong. - Bu çeviri tamamen yanlış.

tam
bang
tam
regular
tam
entire

He is not entirely without courage. - O, tamamen cesaretsiz değil.

The accident was entirely avoidable. - Kaza tamamen önlenebilirdi.

tam
precisely

Tom knows precisely what he's doing. - Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.

Come here at precisely six o'clock. - Tam altıda buraya gel.

tam
crass
tam
due

Due to global warming, cities could be completely submerged. - Küresel ısınmadan dolayı, şehirler tamamen batırılmış olabilir.

Due to severe educational influence the child became a wholly different person. - Ciddi bir eğitim etkisi nedeniyle çocuk tamamen farklı bir kişi haline geldi.

tam
very

He left his last job for very this reason - İşinde tam bu yüzden ayrıldı.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

This is the very place that I have long wanted to visit. - Burası tam uzun süredir ziyaret etmek istediğim yer.

tam
utter

He felt utterly humiliated. - O, tamamen aşağılanmış hissetti.

The shy boy was utterly embarrassed in her presence. - Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.

tam
graphic
tam
implicit
tam
unadulterated
tam
absolute

I have absolute trust in you. - Benim sana tam güvenim var.

What you said is absolute nonsense. - Dediğin şey tamamen saçmalıktır.

tam
truly
tam
intact
tam
sharp

The meeting will start at four o'clock sharp. - Toplantı tam dörtte başlayacak.

He got home at seven sharp. - O, saat tam yedide eve geldi.

tam
precise

Come here at precisely six o'clock. - Tam altıda buraya gel.

Tom arrived precisely on time. - Tom tam zamanında geldi.

tam
strict

Our relationship is strictly professional. - İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.

My interest in politics is strictly academic. - Siyasete ilgim tamamen akademik.

tam
full-blown
tam
finished

They finished eighty miles' journey. - Onlar seksen millik yolculuğu tamamladılar.

Tom finished eating all the ice cream that was in the freezer. - Tom dondurucudaki dondurmayı tamamen bitirdi.

tam
immaculate
tam
direct

I don't know exactly where Kyoko lives, but it's in the direction of Sannomiya. - Ben tam olarak Kyoko'nun nerede yaşadığını bilmiyorum, ama Sannomiya yönünde.

tam
unqualified
tam
veritable
tam
unabridged
tam
good

The place just doesn't look as good as it used to. - Yer tam eskisi kadar iyi gözükmüyor.

A good idea occurred to me just then. - Tam o sırada aklıma iyi bir fikir geldi.

tam
desperately
tam
completely

He will think he has been completely forgotten. - Tamamen unutulduğunu düşünecek.

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.

tam
just as

He went to the store just as it was going to close. - Tam kapanacakken o mağazaya gitti.

The food athletes eat is just as important as what kind of exercises they do. - Sporcuların yedikleri yiyecek tam olarak ne tür egzersizleri yaptıkları kadar önemlidir.

tam
a full
tam
complete of
tam
{s} mathematical

Mathematically, everything's good. But it seems completely improbable to me. - Matematiksel olarak her şey iyi. Ama benim için tamamen muhtemel görünmüyor.

tam
blank
tam
even

We're going out for dumplings in the evening, all right? - Akşam, meyveli börek yemek için dışarı çıkıyoruz, tamam mı?

Do you even remember Tom? - Tom'u tamamıyla hatırlıyor musun?

tam
plunk
tam
complete, entire, whole; exact, precise, perfect; prompt, sharp; just, very; completely, exactly, precisely, bang
tam
fully, completely: tam teşekküllü bir hastane a fully equipped hospital. Görevini tam yapmanı istiyorum. I want you to carry out your duty to the full
tam
at the time

I was right there with Tom at the time. - Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.

tam
prompt
tam
fully

He fully realizes that he was the cause of the accident. - Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.

Tom is fully aware of the problem. - Tom tamamen problemin farkında.

tam
all out

Your ideas are all out of date. - Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.

tam
the very

I found the very thing you had been looking for. - Tam aradığın şeyi buldum.

Never give up till the very end. - Tam sonuna kadar vazgeçme.

tam
exactly; right; immediately; precisely; just: Orada tam yedi yıl çalıştı. He worked there for exactly seven years. Tam zamanında geldin. You've come right on time. Tam karşımda oturuyordu. She was sitting immediately opposite me. Şimdi tam sırası! Now's just the right time! Tam istediğiniz gibi yaptım. I did it just as you wanted me to
tam
downright

It sounds downright frightening. - Bu tamamen korkutucu görünüyor.

This place is downright creepy. - Bu yer tamamen tüyler ürpertici.

tam
whole, full; complete, perfect: tam ekmek a whole loaf of bread. tam maaş full salary. tam iki kilo a full two kilos. tam yetki full authority/full power. tam istihdam full employment. tam üye full member. tam pansiyon full pension/full room and board. tam bir Fransız a Frenchman through and through. tam bir ziyafet a real banquet. tam bir rezalet an out-and-out disgrace
tam
bang on
tam
slap bang
tam
consummate
tam
factual
tam
out and out
tam
accomplished

The first stage of the operation has been accomplished. - Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.

They accomplished their mission. - Onlar misyonlarını tamamladılar.

tam
straight

She told the joke with a completely straight face. - O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.

Tom sat alone, staring straight ahead. - Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.

tam
trueborn
tam
engrained
tam
rightdown
tam
to a T
tam
stark
tam
holo
tam
dead

Tom was dead set against the idea. - Tom fikre tamamen karşıydı.

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

tam
slick
tam
ingrained
tam
(Hukuk) integral

Death is an integral part of life. - Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.

tam
right

It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right. - Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.

Tom arrived at just the right moment. - Tom tam doğru zamanda geldi.

tam
clear

Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt. - Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.

I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there? - Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?

tam
according to Cocker
tam
{s} rank
tam
spot on
tam
{s} positive
tam
{s} unalloyed
tam
{s} unmitigated

His speech was an unmitigated disaster. - Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.

tam
{s} intimate
tam
{s} prize
tam
ingrain
tam
unobstructed
tam
{s} unambiguous
tam
{s} unredeemed
tam
{s} plenary
tam
root and branch
tam
{s} square
tam
{s} thoroughgoing
tam
{s} unreserved
tam
repair

I had my watch repaired. - Saatimi tamir ettirdim.

I am going to have my watch repaired by John. - Saatimi John'a tamir ettireceğim.

tam
allout
tam
{s} solid
tam
orthodox
tam
{s} plumb

If you can't fix the pipe, we'll have to call a plumber. - Boruyu tamir edemezsen, bir tesisatçı aramak zorunda kalacağız.

Are you the guy who's going to help us fix our plumbing? - Su tesisatımızı tamir etmemize yardım edecek adam sen misin?

tam
{s} round

America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America. - Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.

tam
{s} sheer

It is a sheer waste of time. - O tamamen zaman kaybı.

It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train. - Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.

Английский Язык - Английский Язык
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение tamda в Турецкий язык Турецкий язык словарь

tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz: "Reşit Galip tam bir idealist gibi öldü."- O. S. Orhon
tam
Bütün, tüm
tam
Eksiksiz, kesintisiz
tam
Eksiksiz, kesintisiz: "Tam iki saat yalandan tamirle uğraştım."- A. Gündüz
tam
Zaman ve yer için anlamı kesinleştirir: "Bohçasını aldı, tam çıkacaktı..."- Ö. Seyfettin
tam
Amerikan doları
tam
Sırasında, anında: "Tam mağazaya gireceğim zaman arkamdan bir ses geldi."- Ö. Seyfettin
tam
Anlamı kesinleştirir
tam
Bakırcılıkta, yapımı bitirilmiş ve kalaylanmış dövme kap
tam
Sırasında, anında
tam
Küçük kulübe, ev
tam
Gerçek, ehliyetli, yetkin, kusursuz
tam
Uygun olarak, tıpkı, aynı
Английский Язык - Турецкий язык

Определение tamda в Английский Язык Турецкий язык словарь

tam
iskoç beresi
tamda
Избранное