Köpek postacı için dosdoğru gitti.
- The dog went straight for the postman.
O, dosdoğru bana doğru geldi.
- He came straight up to me.
Şu anda düzgün düşünemiyorum.
- I can't think straight right now.
Düzgün ateş edebilir misin?
- Can you shoot straight?
Caddede yaklaşık 100 metre kadar düz gidin, ve üç yollu kavşağa varırsınız.
- Go straight up the street for about 100 meters, and you will get to the junction of three roads.
Lidia'nın sarı düz saçları var.
- Lidia has blonde straight hair.
Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.
- After the meeting she headed straight to her desk.
O kelimelerin doğruca kalbinden geldiğini söyledi.
- He said the words came straight from his heart.
Lütfen dümdüz ilerleyin.
- Please go straight ahead.
Dümdüz git ve bankayı göreceksin.
- Go straight ahead and you will see the bank.
Mario, bana eşcinsel demekten vazgeç! Ben heteroseksüelim!
- Mario, stop calling me gay! I'm straight!
Heteroseksüel misin yoksa homoseksüel mi? Ben heteroseksüelim.
- Are you straight or gay? I'm straight.
Ben brendimi sek severim.
- I like my brandy straight.
O, düz çizgiler çizer.
- He draws straight lines.
Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil.
- I just want a straight answer. Nothing more.
Tom'dan net bir cevap alamıyorum.
- I can't get a straight answer from Tom.
Önceliklerini açıklığa kavuştur.
- Get your priorities straight.
Şu konuyu açıklığa kavuşturayım. Sen benim babam mısın?
- Let me get this straight. You're my father?
Miami Heat arka arkaya ikinci NBA şampiyonluğunu kazandı.
- The Miami Heat won a second straight NBA championship.
O gülmeyen bir yüzle fıkra anlattı.
- She told the joke with a straight face.
O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
- She told the joke with a completely straight face.
Sadece on üç saat aralıksız çalıştım.
- I just worked 13 hours straight.
Viskinizi susuz mu istersiniz yoksa onu suyla karıştırmalımıyım?
- Do you want your whiskey straight or should I mix it with water?
Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.
- His eyes searched my face to see if I was talking straight.
O, ciddiyetini koruyor.
- He's keeping a straight face.
Tom ciddi kalmaya çalışıyor.
- Tom is trying to keep a straight face.
Okuldan hemen sonra eve gelmen gerekiyor. Bunu biliyorsun.
- You're supposed to come home straight after school. You know that.
O şimdi öğle yemeğinde dışarıda olacak, bu yüzden hemen aramamız bir işe yaramaz.
- He'll be out at lunch now, so there's no point phoning straight away.
Direkt eve gideceğim.
- I'll go straight home.
İşten sonra direkt eve giderim.
- I go straight home after work.
O, şimdi odasındaki şeyleri düzenliyor.
- She's now straightening up her room.
Bak, bu konuda dürüst olmak istiyorum.
- Look, I want to be straight about this.
Tom çok dürüst bir kişi.
- Tom is a very straightforward person.
Onu doğruca bana ver.
- Give it to me straight.
Tom doğruca yatağa gitti.
- Tom went straight to bed.
O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
- She told the joke with a completely straight face.
Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
- Tom sat alone, staring straight ahead.
Ben tümüyle emin olmak istiyorum.
- I would like to set the record straight.
Ben doğrudan doğruya onun gözlerinin içine baktım.
- I looked her straight in the eye.
İnsanüstü güçlere ulaşmak umuduyla, Kristof Kolomb bir zamanlar beş dakika güneşe doğruca dik dik baktı.İşe yaramadı.
- In hopes of attaining superhuman powers, Christopher Columbus once stared at the sun for five minutes straight. It didn't work.
Sami, Leyla'ya dik dik baktı.
- Sami looked Layla straight in the eye.
Go straight back.
a straight answer.
straight whiskey.
On arriving at work, he went straight to his office.
Everything is straight now.
He always votes a straight ticket.
a straight six.
He claims he can hold his breath for three minutes straight.