Bir dil öğrenmenin geleneksel yolu olsa olsa birinin görev duygusunu tatmin edebilir ama o bir sevinç kaynağı olarak hizmet edemez. Ayrıca muhtemelen başarılı olmayacaktır.
- The traditional way of learning a language may satisfy at most one's sense of duty, but it can hardly serve as a source of joy. Nor will it likely be successful.
O güçlü bir gözlem duygusuna sahiptir.
- He has an acute sense of observation.
Eğitim yaptığın okulda yazı yazmanın yanı sıra sağduyuyu öğretmediler mi?
- Didn't they teach you common sense as well as typing at the school where you studied?
Tom Mary'nin sağduyudan yoksun olduğunu düşünüyor.
- Tom thinks Mary lacks common sense.
Onun espri anlayışı yoktur.
- He has no sense of humor.
Ne yazık ki onun espri anlayışı yok.
- It is a pity that he has no sense of humor.
Gerçekten onun ne kastettiğini anlamak için yeterli aklı vardı.
- She had enough sense to understand what he really meant.
Tom sadece ne olduğunu anlamaya çalıştı.
- Tom tried to make sense of what just happened.
Espriden anlamayan insan, çiçeksiz çayır gibidir.
- People with no sense of humor are like meadows with no flowers.
Blind people sometimes develop a compensatory ability to sense the proximity of objects around them.
- Blinde entwickeln manchmal eine ausgleichende Fähigkeit, die Nähe der Gegenstände um sie herum zu spüren.
I read somewhere that animals can sense an earthquake before it hits.
- Ich habe irgendwo gelesen, dass Tiere ein Erdbeben spüren können, bevor es losbricht.