Eski Yunanlar güneş sistemi hakkında bizim bildiğimiz kadar çok şey biliyorlardı.
- The ancient Greeks knew as much about the solar system as we do.
Ev güneş enerjisi ile ısıtılmaktadır.
- The house is heated by solar energy.
Biz şimdiye kadar bunun üstesinden gelemedik.
- We haven't been able to handle this so far.
Şimdiye kadar beş kitap yazdı.
- He has written five books so far.
Her şeyi son yudumuna kadar iç, böylece içinde bir şey kalmaz.
- Drink everything up, so that nothing remains inside.
Çocuklarımı yetiştireceğim böylece hurafeden korunmuş olacaklar.
- I will raise my children so that they will be protected from superstition.
Dolma kalemlere, defterlere ve buna benzer şeylere ihtiyacım var.
- I need pens, notebooks and so on.
Şu ana kadar her şey iyi.
- Everything is fine so far.
Şu ana kadar Texas'ı nasıl buldunuz?
- How do you like Texas so far?
Babam balık tutmayı sever; aynı şekilde ben de.
- My father likes fishing, and so do I.
O jazz sever, ve ben de öyle.
- He likes jazz, and so do I.
Bildiğim kadarıyla, o hâlâ bekâr.
- So far as I know, she is still unmarried.
Bildiğim kadarıyla, o iyi bir adam.
- He is, so far as I know, a good guy.
Yaşadığım sürece nezaketini asla unutmayacağım.
- I will never forget your kindness so long as I live.
Temiz tuttuğun sürece bu kitabı alabilirsin.
- You may take this book so long as you keep it clean.
Neden her zaman bu kadar çok soru soruyorsun?
- Why do you always ask so many questions?
Keşke bu kadar çok sorunumuz olmasa.
- I wish we didn't have so many problems.
Nasıl oluyor da Japon tarihi hakkında o kadar çok şey biliyorsun?
- How come you know so much about Japanese history?
O kadar çok televizyon izlemeseydi, çalışmak için daha fazla zamanı olurdu.
- If he did not watch so much television, he would have more time for study.
Çok fazla ağırlık kaldırırken kolunu incitti.
- He hurt his arm lifting so much weight.
Tom'un zebralarla ilgili çok şey bildiğine dair bir fikrim yoktu.
- I had no idea that Tom knew so much about zebras.
İstasyona kadar öyle yapmaya çalış.
- Try to do so as far as the station.
İnsanların hepsi küçük bir çocuk İmparator çıplak! deyinceye kadar aptal görünmemek için ona gerçeği söylemeden imparatorun giysilerini övdü.
- The people all praised the emperor's clothes without telling him the truth so as not to seem stupid, until a little boy said, The emperor is naked!
Sadece o kadar uzaklaşabilirsin.
- You can only go so far.
Ben bir eşcinselsem ne olmuş? Bu bir suç mu?
- So what if I am gay? Is it a crime?
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Başaramamışsa ne olmuş yani?
- If he fails, so what?
Biz yoğun trafikten kaçınmak amacıyla, Noel için evde kaldık.
- We stayed home for Christmas, so as to avoid heavy traffic.
Korkutmamak için onunla nazik şekilde konuştum.
- I spoke to him kindly so as not to frighten him.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
O, zamanında varmak için koştu.
- He ran, so as to arrive on time.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
Şimdiye dek harika bir hayat yaşadım.
- I've had a great life so far.
Altıdan sonra olmak şartıyla herhangi bir zamanda olur.
- Any time will do so long as it is after six.
O kadar çok sigara içmemeni tercih ederim.
- I'd rather you didn't smoke so much.
Para için o kadar çok kaygılanma.
- Don't worry about money so much.
O, adeta, sudan çıkmış balık gibi.
- He is, so to speak, a fish out of water.
O takdirde, öyle olsun.
- In that case, so be it.
insofar as (or that), to the extent that, to such an extent.
Çok yakında vazgeçiyor musun?
- Are you giving up so soon?
Tom çok yakında Boston'a geri dönmeyi planlamamıştı.
- Tom hadn't planned on going back to Boston so soon.
Şimdilik hoşça kal, sonra görüşürüz.
- So long, see you later.
Hoşça kal ve tüm balıklar için teşekkürler!
- So long, and thanks for all the fish!
Üç kişi, onlardan ikisi ölene kadar bir sırrı saklayabilir.
- Three people can keep a secret so long as two of them are dead.
Saçları yere ulaşacak kadar uzundu.
- Her hair was so long as to reach the floor.
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Kuniko hayatında daha önce hiç bu kadar çok içmedi.
- Kuniko has never drunk so much before in her life.
Hasta yardım almanın ötesindeydi, onun için doktorlar daha fazlasını yapamadı.
- The patient was quite beyond help, so that the doctors could do no more.
Herkes işitebilsin diye lütfen yüksek sesle oku.
- Please read it aloud so that everyone can hear.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Tabiri caizse, bunlar savaş kurbanlarıydı.
- These were victims of war, so to speak.
Tabiri caizse, sudan çıkmış balık gibisin.
- You are, so to speak, a fish out of water.
Güneş enerjisinden bahsedelim.
- Let's talk about solar energy.
Ev güneş enerjisi ile ısıtılmaktadır.
- The house is heated by solar energy.
You are responsible for this, is that not so?.
But if I had been more fit to be married, I might have made you more so too.
It’s not so bad.
I need a piece of cloth so long.
That is so not true!.
You park your car in front of my house every morning. So?.
So, there was this squirrel stuck in the chimney.
Is he so?.
Place the napkin on the table just so.
He wanted a book, so he went to the library.
Eat your broccoli so you can have dessert.
So be it, then. Born in throes, 't is fit that man should live in pains and die in pangs. So be it, then! Here's stout stuff for woe to work on. So be it, then.
How is your driving lessons? - So far, pretty good.
I don't mind if he stays there, so long as he cleans up after himself when he's done.
I am honored and humbled to stand here, where so many of America's leaders have come before me, and so many will follow.
But the fact of the matter is, there's only so many people we can take, it's time to take Canada over there.
There is only so much you can remember.
So much, he replied, sprinkling a small pile of the powder on the table.
Identical twins are so much alike, it is difficult to identify them.
There has been so much snow, I can't open the door.
Without so much as asking, he walked into the office and started digging through their files.
Well, I guess it'll never work. So much for that idea.
He seized his axe, which he had made very sharp, and as the leader of the wolves came on the Tin Woodman swung his arm and chopped the wolf's head from its body, so that it immediately died.
Well, well, I'll break your vase in return, so there.
I lost my old red shoes. - So what? Get a new pair.
I have nothing more to say to you, Tommy, and so much for that, Mary said angrily.
She writes with her left hand.
- O, sol eliyle yazı yazar.
Left-wing communism is an infantile disorder.
- Solcu komünizm, infantil bir bozukluktur.
Tom is wearing a faded blue shirt.
- Tom soluk bir mavi gömlek giyiyor.
Tom only has one faded photograph of grandfather.
- Tom sadece büyükbabasının soluk bir fotoğrafına sahip.
Tom is wearing a faded blue shirt.
- Tom soluk bir mavi gömlek giyiyor.
Faded jeans are still in fashion.
- Soluk pantolonlar hâlâ modadır.
A flower in the garden is wilting.
- Bahçedeki bir çiçek soluyor.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
The flowers in the vase were wilted.
- Vazodaki çiçekler soldu.
The flowers have all withered.
- Çiçeklerin hepsi soldu.
Because of the drought, the grass has withered.
- Kuraklıktan dolayı, çim soldu.
The computer is placed to the left of the women.
- Bilgisayar kadınların sol tarafına yerleştirildi.
The wardrobe stood to the left of the door.
- Gardırop kapının solunda duruyordu.
I have some numbness in my left hand.
- Benim sol elimde biraz uyuşma var.
Show me what you have in your left hand.
- Sol elinde ne varsa bana göster.
Tom eats, sleeps and breathes music.
- Tom yer, uyur ve müzik solur.
Arabic must be read from right to left.
- Arapça sağdan sola doğru okunmalıdır.