O en ufak bir şeye darılıyor, ona söylediğimiz yaklaşık her şeye itiraz ediyor.
- He's offended at the slightest thing, he takes exception to nearly everything we say to him.
En ufak bir şüphe olmadan, rüya daha önceki hayattan bir hatıraydı.
- Without the slightest doubt, the dream was a memory from a previous life.
Başı bir tarafa doğru hafifçe eğik, sessizce ayakta durdu.
- She stood silently, her head tilted slightly to one side.
On kişi kazada hafif yaralandı.
- Ten people were slightly injured in the accident.
En küçük şeylerden depresyona girerim.
- I get depressed by the slightest things.
En küçük hata ölümcül bir felakete götürebilir.
- The slightest mistake may lead to a fatal disaster.
O en ufak bir şeye darılıyor, ona söylediğimiz yaklaşık her şeye itiraz ediyor.
- He's offended at the slightest thing, he takes exception to nearly everything we say to him.
En ufak bir fikrim bile yok.
- I haven't the slightest idea.
a slight (i.e., not severe) pain.
Tom is slightly overweight.
- Tom is slightly overweight.