On kişi kazada hafif yaralandı.
- Ten people were slightly injured in the accident.
Bir sinir hücresi hafif bir uyarıcıya yanıt verir.
- A nerve cell responds to a slight stimulus.
En küçük hata ölümcül bir felakete götürebilir.
- The slightest mistake may lead to a fatal disaster.
Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
- My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
En ufak bir şüphe olmadan, rüya daha önceki hayattan bir hatıraydı.
- Without the slightest doubt, the dream was a memory from a previous life.
Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok.
- I don't have the slightest idea what to do.
Haklı olabilirsin, ama bizim çok az farklı bir görüşümüz var.
- You may be right, but we have a slightly different opinion.
Tom çok az kıskanç görünüyordu.
- Tom sounded slightly jealous.
Kule batıya doğru hafifçe eğildi.
- The tower leaned slightly to the west.
Şartlar hafifçe farklı olmasına rağmen, bizim deneyin sonucu Robinson'unki ile aynı.
- Although the conditions are slightly different, the result of our experiment was identical with Robinson's.
Son zamanlarda söylediği en ufak şeye bile sinirlenir oldum.
- Recently I get annoyed at the slightest thing he says.
En ufak bir fikrim bile yok.
- I haven't the slightest idea.
Tom hafiften deli gibi görünüyordu.
- Tom seems slightly distracted.
Hasta, dudaklarını yavaşça kımıldattı.
- The patient moved his lips slightly.
Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
- My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
Bay Bush, Bay Gore'dan biraz daha fazla oy aldı.
- Mr. Bush had slightly more votes than Mr. Gore.
a slight (i.e., not severe) pain.
a slight but graceful woman.
Tom is slightly overweight.
- Tom is slightly overweight.
His slighting of the company chairman was considered to be inappropriate behaviour.
He was slightly built, but tall.
He weighed slightly less than his wife who was a foot shorter.
Poor nutrition explained his slightness.