Onları affet, zira onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.
- Vergib ihnen, denn sie wissen nicht, was sie tun.
Tombul beyaz bir kedi, duvarın üstüne oturdu ve onları uykulu gözlerle seyretti.
- Eine fette weiße Katze saß auf einer Mauer und beobachtete sie mit schläfrigen Augen.
Onların iki kız çocuğu var.
- Sie haben zwei Töchter.
Onları affet, zira onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.
- Vergib ihnen, denn sie wissen nicht, was sie tun.
Sizden çöpünüzü ormana atmamanızı rica ediyoruz.
- Wir bitten Sie, Ihre Abfälle nicht in den Wald zu werfen.
Sizinle konuşabilir miyim?
- Kann ich Sie sprechen?
Sizinle konuşmak istiyor.
- Er will Sie sprechen.
Siz birbirinize uygun değilsiniz dediler.
- Sie haben gesagt: „Wir passen nicht zusammen.“
Onlar ona hain dediler.
- Sie bezeichneten ihn als Verräter.
Onlar sömürgecilikle ilgililer.
- They are related to colonization.
Onlar yüzme ile ilgililer.
- They're interested in swimming.
Onlar davetimizi reddetti.
- They declined our invitation.
Onların başka şarapları yok.
- They have no more wine.
Başardıkları her şey için onu ve Vali Palin'i tebrik ediyorum ve önümüzdeki aylarda bu milletin sözünü yenilemek için onlarla çalışmaya can atıyorum.
- I congratulate him and Governor Palin for all they have achieved, and I look forward to working with them to renew this nation's promise in the months ahead.
Lütfen kendine iyi bak.
- Please take good care of yourself.
Lütfen kendine iyi bak.
- Please take care of yourself.
Arada sırada kendinizi başkasının yerine koymak iyidir.
- It's good to put yourself in someone else's place now and then.
Kendini benim yerime koy.
- Put yourself in my position.
Kendinizi prezentabl yapın.
- Make yourself presentable.
Onu kendin yapmalısın.
- You must do it yourself.
Tüm yapmanız gereken elinizden geleni yapmaktır.
- All you have to do is to do your best.
Onu yapmanızda size yardım etmemizi ister misiniz?
- Do you want us to help you do that?
Çeviri yapmama yardımcı olur musun?
- Will you help me translate?
Bu konuda bana yardımcı olur musun?
- Will you help me with this?
Tüm insanlar özgür, şeref ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdana sahiplerdir ve birbirlerine karşı kardeşlik ruhuyla hareket etmelidir.
- All human beings are born free and equal in dignity and rights. They are endowed with reason and conscience and should act towards one another in a spirit of brotherhood.
İnsanların ne dediği umurumda değil.
- I don't care about what they say.
Are they all the same?
- Sind sie alle gleich?
They are too busy fighting against each other to care for common ideals.
- Sie sind zu sehr damit beschäftigt, sich gegenseitig zu bekämpfen, als dass sie sich gemeinsamen Idealen widmen könnten.
Do you have difficulty understanding what women or small children say to you?
- Haben Sie Schwierigkeiten zu verstehen, was Ihnen Frauen oder kleine Kinder sagen?
Do you have professional experience?
- Haben Sie Berufserfahrung?
Will you take us for a drive next Sunday?
- Nehmen Sie uns nächsten Sonntag zu einer Ausfahrt mit?
Will you listen to me for a few minutes?
- Wollen Sie mir ein paar Minuten zuhören?
She's faking sleep. That's why she's not snoring.
- Sie gibt nur vor zu schlafen, deswegen schnarcht sie nicht.
Whatever I do, she says I can do better.
- Was auch immer ich tue, sie sagt, ich kann es besser.
Das Unglaublichste an Wundern ist, dass sie geschehen.
- W cudach najbardziej niewiarygodnym jest to, że się zdarzają.
Ich wäre so gern schöner, würde gern mehr gefallen und beliebter sein, aber das ist nichts, was über Nacht geschehen kann.
- Tak bardzo chciałabym stać się piękniejszą, byłabym bardziej lubiana, lecz to nie jest coś, co może stać się w jedną noc.
Verkehrsunfälle passieren jeden Tag.
- Wypadki drogowe zdarzają się codziennie.
Ich weiß nicht, was passieren wird.
- Nie wiem co się wydarzy.