In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.
She's a harsh critic.
- O sert bir eleştirmen.
The new TV host is a little rigid.
- Yeni televizyon sunucusu biraz sert.
He is rigid in his views.
- O, görüşlerinde serttir.
It was blowing hard all night.
- Bütün gece rüzgar sert esiyordu.
The wind blew harder yet when we reached the top of the hill.
- Tepenin üstüne ulaştığımızda rüzgar daha da sert esti.
My shoulders feel stiff.
- Benim omuzlarım sert.
I walked till my legs got stiff.
- Bacaklarım sertleşinceye kadar yürüdüm.
Tom likes to play rough.
- Tom sert oynamayı seviyor.
So, players were often seriously injured and sometimes even killed in these rough games.
- Bu sert oyunlarda oyuncular sıklıkla ciddi olarak yaralanır ve hatta bazen ölürdü.
He looks stern, but actually he's very kind.
- Sert gözüküyor, ama aslında çok kibardır.
Silvia had a stern father who never praised her.
- Silvia'nın onu övmeyen sert bir babası vardı.
When water freezes and becomes solid, we call it ice.
- Su donduğunda ve sertleştiğinde, biz buna buz deriz.
The look on my boss's face was severe.
- Patronumun yüzündeki ifade sertti.
He was severe with his children.
- O, çocuklarına karşı sertti.
I have a bad stiff neck.
- Benim kötü bir sert ensem var.
A strong wind was blowing.
- Sert bir rüzgar esiyordu.
Not only were there strong winds yesterday, but also it rained heavily.
- Dün sert rüzgarların yanı sıra, yoğun yağmur yağdı.
The uprising was brutally suppressed.
- İsyan çok sert bir biçimde bastırıldı.
No one can work under such brutal conditions.
- Böyle sert koşullar altında hiç kimse çalışamaz.
Tom can hang tough, I am sure.
- Tom sertleşebilir, eminim.
This steak is too tough.
- Bu biftek çok serttir.
We've had some bitter winters.
- Bazı sert kışlar yaşadık.
Why are you so bitter against her?
- Ona karşı niçin öyle sertsin?
We are in a fierce competition with that company.
- Şu şirketle sert bir yarış halindeyiz.
It is said that the Sentinelese are extremely fierce people.
- Sentinel yerlilerinin oldukça sert insanlar olduğu söylenilmektedir.
Tom is violent and dangerous.
- Tom sert ve tehlikelidir.
Men are sometimes violent.
- Erkekler bazen serttir.
This steak is as tough as shoe leather.
- Bu biftek ayakkabı derisi kadar sert.
The rule is utterly inflexible.
- Kural tamamen serttir.
Divorce can put mutual friends of the divorcing couple in a difficult position, particularly if it's an acrimonious split.
- Boşanmalar, boşanan çiftlerin ortak arkadaşlarını zor durumda bırakabilir, özellikle de ayrılık sert ve tantanalı olmuşsa.
Tom and Mary had an acrimonious divorce and custody battle for their children.
- Tom ve Mary'nin çocukları için sert bir boşanma ve velayet savaşı vardı.
It was piercingly cold outside.
- Dışarıda çok sert bir soğuk vardı.
In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.
In this line of work, if you make a grim face the customers won't come.
- Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.
Alice was frightened of her strict mother.
- Alice sert annesinden korkmuştu.
Our English teacher is both strict and kind.
- İngilizce öğretmenimiz hem sert hem de naziktir.
The prouder the individual, the harsher the punishment.
- Birey ne kadar gururlu olursa, ceza o kadar sert olur.
There's nothing harder than a diamond.
- Elmastan daha sert bir şey yoktur.
The wind blew even harder when we reached the top of the hill.
- Biz tepenin zirvesine vardığımızda rüzgar daha da sert esti.
I think Tom is bossy.
- Tom'un sert olduğunu düşünüyorum.
Don't be so sharp with the children.
- Çocuklara karşı çok sert olma.
That's a redundant, caustic question.
- O gereksiz, sert bir soru.
His answers were caustic.
- Onun cevapları sertti.
Prices rose drastically as a result of this policy.
- Bu politikanın bir sonucu olarak fiyatlar sert bir biçimde yükseldi.
Tom's life changed drastically.
- Tom'un hayatı sert bir biçimde değişti.
The company has hard and fast rules against lateness.
- Bu iş yerinde, geç kalanlar için sert ve hızlı kurallar var.
Tartar is a form of hardened dental plaque.
- Tartar sertleşmiş diş plağının bir şeklidir.
After hardening, you can use your new vase to hold flowers.
- Sertleştikten sonra, çiçeklerini muhafaza etmen için yeni vazonu kullanabilirsin.
What would you like to drink? A dry martini.
- Ne içmek isterdiniz? Sert bir martini.
I hope my last mail didn't sound too harsh.
- Benim son postanın çok sert görünmediğini umuyorum.
Iron is harder than gold.
- Demir altından daha serttir.