Nerede oturmak istiyorsun?
- Where do you want to sit?
Tüm yapmanız gereken, burada oturmak ve doktorun sorularını cevaplamak.
- All you have to do is sit down here and answer the doctor's questions.
Senin yanına oturabilir miyim?
- Can I sit beside you?
İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
- An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
Pazar günü bir sınava girmek zorunda olduğuma inanamıyorum!
- I can't believe I have to sit an exam on Sunday!
Dün cumartesi değil, pazardı.
- Yesterday was Sunday, not Saturday.
Geçen cumartesi parka gittim.
- I went to the park last Saturday.
Tom akşam gazetesini okurken sundurmada oturdu.
- Tom sat on the porch, reading the evening paper.
Tom sundurmada oturdu ve gazete okudu.
- Tom sat on the porch and read the paper.
Kilise şehrin kenarında bulunmaktadır.
- The church is situated on the edge of town.
Thursday adası Avustralya'nın en kuzeyindeki Cape York ve Yeni Gine arasındaki Torres boğazında bulunmaktadır.
- Thursday Island is situated in the Torres Strait between Australia's northernmost Cape York and New Guinea.
Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
- Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
Yaşlı bir adam otobüste yanıma oturdu.
- An old man sat next to me on the bus.
İki âşık çay içerek yüz yüze oturdular.
- The two lovers sat face to face, drinking tea.
Operasyon bir SAT timi tarafından yapıldı.
In what city is the circuit court sitting for this session.
I'm going to sit for them on Thursday.
I currently sit on a standards committee.
The temple has sat atop that hill for centuries.
After a long day of walking, it was good just to sit and relax.
I need to find someone to sit my kids on Friday evening for four hours.
Sit him in front of the TV and he might watch for hours.
I asked him to sit.
I don’t think it will sit well.
I sat me weary on a pillar's base, / And leaned against the shaft.
The dealer wants to sell a car.
- Satıcı bir araba satmak istiyor.
She sells medicine in the pharmacy.
- O, eczanede ilaç satıyor.
The salesperson persuaded her to buy the dress.
- Satış elemanı elbiseyi alması için onu ikna etti.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
We arrived at that plan out of pure desperation, but the book sold well.
- Umutsuzluktan dolayı o plana vardık fakat kitap iyi sattı.
Stamps are not sold in this store.
- Bu dükkânda pul satılmıyor.
Tom bought a cup of coffee from a vending machine.
- Tom satış makinesinden bir fincan kahve aldı.
Tom saw vending machines everywhere when he visited Japan.
- Tom Japonya'yı ziyaret ettiğinde her yerde otomatik satış makinaları gördü.
Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes.
- Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.
The poor girl made a living by selling flowers.
- Zavallı kız, çiçek satarak geçimini sağladı.
... Especially, to be sat there one side and then, the Paris ...
... - RUDY! - WELL, I'M SORRY, BUT YOU'VE NEVER SAT ON HER. ...