That's absolute nonsense.
- Bu saçmalığın dik alası.
I am fed up with your nonsense.
- Saçmalıklarından bıktım.
He was so drunk, his explanations were nonsensical.
- O çok sarhoştu, onun açıklamaları saçma sapandı.
Absolutely nonsensical things happen in this world.
- Kesinlikle bu dünyada saçma sapan şeyler oluyor.
Your method of teaching English is absurd.
- Senin İngilizce öğretme yöntemin saçmadır.
Many great scientists had thought about absurd things.
- Pek çok büyük bilim adamları saçma şeyler hakkında düşünmüştür.
I need to ask you a silly question.
- Sana saçma bir soru sormalıyım.
How can you say such a silly thing?
- Nasıl bu kadar saçma bir şey söyleyebilirsin?
Aren't you being just a little unreasonable?
- Sadece biraz saçma davranmıyor musun?
The sentence is senseless, but correct.
- Bu cümle saçma ama hatasız.
How could you make such a foolish mistake?
- Nasıl böyle saçma bir hata yapabilirsin?
It is foolish of him to pay for it again.
- Yeniden ödeyerek saçmalık etti.
My good books barely sold anything, while the trash I wrote made me rich.
- Yazdığım saçma kitap beni zengin yaparken iyi kitaplarım zar zor bir şeyler sattı.
Sami's lies got bigger and more outlandish.
- Sami'nin yalanları daha büyük ve daha saçma.
He has an incongruous sounding name which is hard to remember.
- Onun hatırlaması zor saçma görünen bir adı var.
He made a farcical attempt to save face during the fallout of his sex scandal.
- Onun seks skandalı serpintisi sırasında yüzünü korumak için saçma bir girişimde bulundu.
Personally, I think that's a bunch of malarkey.
- Şahsen, ben onun saçmalık olduğunu düşünüyorum.
Writing with chalk is trivial.
- Tebeşirle yazmak saçmadır.
Don't bother your parents with such a trivial thing.
- Anne babanı böyle saçma bir şeyle rahatsız etme.
Apocryphal stories are the most fun variety of bullshit.
- Uydurma hikayeler en eğlenceli saçmalık türüdür.
I got it, so no bullshit, okay?
- Anladım, bu yüzden saçmalık yok, değil mi?