Определение sınırlandıran в Турецкий язык Английский Язык словарь
- determinative
- a class of words, with the main function of determiner in a noun phrase. Words in the determinative class usually also have other functions. Its core members include articles and other items that fill the same slot as articles but are mutually exclusive with them, such as cardinal numbers.determiner in The Cambridge Grammar of the English Language Huddleston & Pullum, 2002. CUP. Examples include: the, this, most, any, three, etc
- An ideogram used to mark semantic categories of words in logographic scripts
- {a} decisive, conclusive, limiting
- a determining or causal element or factor; "education is an important determinant of one's outlook on life"
- a class of words, with the main function of determiner in a noun phrase. Words in the determinative class usually also have other functions. Its core members include articles and other items that fill the same slot as articles but are mutually exclusive with them, such as cardinal numbers. Examples include: the, this, most, any, three, etc
- Having power to determine; limiting; shaping; directing; conclusive
- That which serves to determine
- one of a limited class of noun modifiers that determine the referents of noun phrases
- {s} determining, defining
- having the power or quality of deciding; "the crucial experiment"; "cast the deciding vote"; "the determinative (or determinant) battle"
- sınır
- frontier
Many families went west to make a new life on the frontier.
- Çok sayıda aile sınırda yeni bir hayat kurmak için batıya gitti.
Many families left to make a new life on the frontier.
- Birçok aile sınırda yeni bir hayat kurmak için ayrıldı.
- sınır
- boundary
The Rhine is the boundary between France and Germany.
- Ren, Fransa ve Almanya arasındaki sınırdır.
This river forms the boundary between the two prefectures.
- Bu nehir, iki il arasındaki sınırı oluşturur.
- sınır
- verge
- sınır
- border
The path is bordered with hedges.
- Yol çitlerle sınırlanmıştır.
The army is in the north to protect the border.
- Ordu sınırı korumak için kuzeydedir.
- sınır
- limit
The limits of my language mean the limits of my world.
- Benim dil sınırlarım benim dünyamın sınırları anlamına gelir.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
- sınırlandıran şey
- determinative
- sınır
- limitation
I know my limitations.
- Sınırlarımı biliyorum.
It is important to know your own limitations.
- Kendi sınırlarını bilmen önemlidir.
- sınır
- (İnşaat) fringe
- sınır
- {i} bound
This river forms the boundary between the two prefectures.
- Bu nehir, iki il arasındaki sınırı oluşturur.
Such matters are beyond the bounds of human knowledge.
- Bu tip konular insanın bilgi sınırlarının ardındadır.
- sınır
- March
- sınır
- border; frontier; boundary, limit; division
- sınır
- demarkation
- sınır
- (Bilgisayar) limit to
There is no limit to human desire.
- İnsan arzusunda hiçbir sınır yoktur.
There is no limit to human progress.
- İnsanlığın ilerlemesi için sınır yoktur.
- sınır
- threshold
- sınır
- edging
- sınır
- (Bilgisayar) limit of
- sınır
- division
- sınır
- tether
- sınır
- strip
- sınır
- (Ticaret) measures
- sınır
- (Politika, Siyaset) entry
- sınır
- outskirts
- sınır
- (Politika, Siyaset) district
- sınır
- (İnşaat) contour
- sınır
- margin
The political party crossed the margin of five percent in the first polls.
- Siyasi parti ilk anketlerde yüzde beş sınırını geçti.
- sınır
- border line
- sınır
- measure
- sınır
- extreme
- sınır
- boundary line
- sınır
- borderline
Layla suffered from borderline personality disorder.
- Leyla, sınırdaki kişilik bozukluğundan muzdaripti.
- sınır
- boundary, limit
- sınır
- extremity
- sınır
- bourn
- sınır
- (Hukuk) border, entry, limit, frontier, boundary
- sınır
- deadline
Tom has a deadline to meet.
- Tom'un buluşmak için zaman sınırı var.
- sınır
- compass
- sınır
- stint
- sınır
- frontier, border
- sınır
- border , boundary , limit
- sınır
- bourne
- sınır
- confine
Your boundaries don't confine me.
- Sizin sınırlar beni tutmaz.
Confine your remarks to the matter we are discussing.
- Yorumlarını tartıştığımız konuyla sınırla.
- sınır
- butting
- sınır
- borderland
- sınır
- skirting
- sınır
- watershed
- sınır
- line of demarcation
- sınır
- circumscription
- sınır
- purlieu
- sınır
- pale
- sınır
- confines
- sınır
- bounds
I'm sorry, I didn't mean to overstep my bounds.
- Üzgünüm, sınırımı aşmak istemedim.
Stupidity knows no bounds.
- Aptallık hiçbir sınır tanımaz.