Select Keyboard:
Türkçe ▾
  1. Türkçe
  2. English
  3. العربية
  4. Dansk
  5. Deutsch
  6. Ελληνικά
  7. Español
  8. فارسی
  9. Français
  10. Italiano
  11. Kurdî
  12. Nederlands
  13. Polski
  14. Português Brasileiro
  15. Português
  16. Русский
  17. Suomi
  18. Svenska
  19. 中文注音符号
  20. 中文仓颉输入法
X
"1234567890*-Bksp
Tabqwertyuıopğü,
CapsasdfghjklşiEnter
Shift<zxcvbnmöç.Shift
AltGr

sıklaştırmak

listen to the pronunciation of sıklaştırmak
Турецкий язык - Английский Язык
to cause (things) to become densely massed
to increase the frequency of, increase the number of
thicken
sık
{s} frequent

My boss called me down for frequent absence from work. - Patronum sık sık işe gelmediğim için beni azarladı.

The teacher was worried by Tom's frequent absences from class. - Öğretmen Tom'un sık sık derse gelmemesinden endişe duyuyordu.

sık
{s} dense

The man was hiding in a dense forest. - Adam sık bir ormanda saklanıyordu.

sık
often

I often play tennis after school. - Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.

She often eats breakfast there. - O, kahvaltısını sık sık orada yer.

sık
closely

This is one of Boston's most closely guarded secrets. - Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.

This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets. - Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.

sıklaştırma
condensation
sık
close-timbered
sık
squeeze

She tried to squeeze the juice from the orange. - O, portakalın suyunu sıkmaya çalıştı.

Tom squeezed Mary's hand. - Tom Mary'nin elini sıktı.

sık
continual
sık
clasp
sık
embarrass

It's an embarrassing question. - O, can sıkıcı bir soru.

The shy boy was utterly embarrassed in her presence. - Utangaç erkek çocuğu onun varlığında tamamen sıkıldı.

sık
clench

Tom clenched his fists angrily. - Tom yumruklarını öfkeyle sıktı.

Tom clenched his fists. - Tom yumruklarını sıktı.

sık
compact

Tom has a trash compactor. - Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.

sık
oppress

The silence is oppressive. - Sessizlik can sıkıcıdır.

sık
serried
sık
{f} oppressed
sık
{f} constricting
sık
constrict
sık
{s} thick

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

The forest was thick and impenetrable. - Orman sık ve aşılmazdı.

sık
frequently as
sıklaştırma
Densification
sıklaştırma
frequently update
adımlarını sıklaştırmak
to quicken one's steps
sık
thickly

The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand. - Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.

sık
(placing things) close together
sık
close (weave, knit)
sık
dense, thick; frequent; closely; frequently
sık
frequently

Tom frequently waits until the last minute to pay his bills. - Tom faturasını ödemek için sıkı sık son dakikaya kadar bekler.

Tom is frequently late for school. - Tom sık sık okula geç kalır.

sık
placed or spaced close together; dense, thick
sık
(weaving, knitting) closely
sık
close

Tom closed his eyes tightly and endured the pain. - Tom gözlerini sık biçimde kapattı ve acıya dayandı.

She closed the door tightly behind her. - O, onun arkasından kapıyı sıkıca kapattı.

sık
constricted
Турецкий язык - Турецкий язык
Sık duruma getirmek veya sıkça yapmak, sayısını artırmak
Sık
(Osmanlı Dönemi) TİZ
sık
Mısırlar yetişirken aralarından sökülen fazla mısırlar
sık
Kısa zaman aralıklarıyla, az aralıklarla
sık
Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı. Çok bulunan, çok rastlanan
sık
Aralıksız olarak, aralarında az aralık bırakarak
sık
Benzerleri veya parçaları arasında çok az aralık bulunan, seyrek karşıtı
sıklaştırma
Sıklaştırmak işi