Tom frequently goes to Boston.
- Tom sık sık Boston'a gider.
Earthquakes frequently hit Japan.
- Depremler sık sık Japonya'yı vurur.
I often go to London.
- Sık sık Londra'ya giderim.
When she was a student, she used to go to the disco often.
- O öğrenciyken, sık sık diskoya giderdi.
My boss called me down for frequent absence from work.
- Patronum sık sık işe gelmediğim için beni azarladı.
The teacher was worried by Tom's frequent absence from class.
- Öğretmen Tom'un sık sık sınıfta bulunmamasından endişeliydi.
I often play tennis after school.
- Okuldan sonra sık sık tenis oynarım.
She often eats breakfast there.
- O, kahvaltısını sık sık orada yer.
This is one of Tatoeba's most closely guarded secrets.
- Bu, Tatoeba'nın en sıkı korunan sırlarından biridir.
This is one of Boston's most closely guarded secrets.
- Bu, Boston’un en sıkı korunan sırlarından biridir.
Tom squeezed Mary's hand.
- Tom Mary'nin elini sıktı.
I squeezed the juice out of the oranges.
- Portakalların suyunu sıktım.
It's something really embarrassing.
- Bu gerçekten sıkıcı bir şey.
I never do anything embarrassing.
- Asla can sıkıcı bir şey yapmam.
Tom clenched his fists angrily.
- Tom yumruklarını öfkeyle sıktı.
Tom clenched his fists.
- Tom yumruklarını sıktı.
Tom has a trash compactor.
- Tom'un bir çöp sıkıştırıcısı var.
Tom and I speak quite a bit.
- Tom ve ben sık sık konuşuruz.
I do travel quite a bit.
- Ben sık sık seyahat yaparım.
I constantly went over this problem in my mind.
- Ben sık sık bu sorunu aklımda gözden geçiriyorum.
Tom constantly contradicts himself.
- Tom sık sık kendisiyle çelişir.
She often eats breakfast there.
- O, kahvaltısını sık sık orada yer.
I often go to London.
- Sık sık Londra'ya giderim.
They made a website for frequently asked questions about health.
Tom wanted to go over a few things with Mary.
- Tom Mary ile birlikte birkaç şeyi ince eleyip sık dokumak istedi.
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
The forest was thick and impenetrable.
- Orman sık ve aşılmazdı.
The snow began to fall so thickly that the little boy could not see his own hand.
- Kar o kadar sık düşmeye başladı ki küçük çocuk kendi elini göremedi.
Because she was out of the country, she used Skype frequently.
- O, ülke dışında olduğu için sık sık Skype kullandı.
Tom frequently goes to Boston.
- Tom sık sık Boston'a gider.
The man was hiding in a dense forest.
- Adam sık bir ormanda saklanıyordu.
Tom's family is close-knit and loving.
- Tom'un ailesi sıkı fıkı ve sevgi doludur.
She closed the door tightly behind her.
- O, onun arkasından kapıyı sıkıca kapattı.
As often as not, I lay awake all night.
- Sık sık bütün gece uyanık yattım.
More often than not, he is late for school.
- Sık sık okula geç kalır.
More often than not, students prefer club activities to academic classes.
- öğrenciler Sık sık kulüp etkinliklerini akademik derslere tercih edebilirler.